Bilim ve teknoloji bloğu

28.08.2013

Aşk ve İnsan; Bağlanmak mı Bağımlılık mı?


 Birçok kültürde çok fazla sayıda hikaye ve şarkıya konu olan aşk aslında nedir hiç düşündünüz mü? Tabi ciddi olarak düşünmekten bahsediyorum. Bir insanın diğer bir insandan bazen kendi hayatını hiçe sayacak şekilde hoşlanmasının sebebi nedir? Aşk sonsuza dek sürer mi? Peki bu durum ne kadar bilinçli bir durumdur? Bunları hepsi zaman zaman düşündüğümüz ve aklımızı karıştırdığı için üstünde pek durmadığımız sorulardır. Ancak hepsinin mantıklı ve beklediğimizden basit bir açıklaması mevcuttur.

 Aşk üzerine hali hazırda yapılmış birçok felsefi yorumun deneyimlerden geldiğini düşünürsek bilimsel bir açıklama getirmeden bile konu üzerinde belli bir miktar öngörü geliştirmek mümkündür. "Aşk bir ateş gibidir insanı yakar" ya da "Aşık adamın gözü başkasını görmez" gibi anonimleşmiş deyişler buna güzel örneklerdir. Peki gerçekte nasıl aşık oluruz? Bunun olmasını sağlayan sürecin başını görme duyumuz çeker. Genetik ve bir parça da olsa toplum tarafından belirlenen fiziksel standartlar uzaktan belli bir dişi ya da erkeğin sağlık durumu, üretkenlik düzeyi ve sosyal statüsü hakkında belli başlı bilgiler vererek bilinç altımızı etkiler.Bilinç altımız aslında hayatımızda sandığımızdan çok daha fazla etkilidir. Karar almadan basit günlük işlere kadar birçok konuda kontrol sahibidir. Siz bisiklet sürerken aslında denge kontrolü ve tehdit algılama işleri siz direk olarak gerçekleştirmezseniz. Bir kere bisiklet sürmeyi öğrendikten sonra görevi bilinç altınız devralır. Aynı şey eş seçiminde de söz konusudur.  Burada bilinçli olarak yapılabilecek çok az şey vardır. Bunun temel sebebi bilinç altımızın daha önceden yüklenen bilgiler ışığında bizi aşırı yüklemeden kurtulmak için bazı tercihleri otomatik yapmasıdır. Buna örnek olarak uzun boyluların kısalara, formda kişilerin kilolulara göre daha fazla tercih edilmesini verebiliriz.

 Bir diğer insanın kokusunu alabilecek kadar yaklaştığınızda ise işin kontrolünü "feromonlar" devralır. Feromonlar birçok canlı tarafından salgılanan ve bireyler arasında iletişimi sağlayan salgılardır. Kuşlar dışında birçok tür tarafından iz sürme, alarm verip çevredekileri uyarma, cinsel uyarma amacıyla ve alıcının davranış ve psikolojisini değiştirme amacı ile kullanılabilmektedir. İnsanlar arasındaki etkileşimlerde feromonların rolü büyüktür. Bu yaydığımız doğal koku başlıca o insanın yediği içtiği besinler, geçirmekte olduğu hastalıklar, kişinin yaşam tarzı, cinsiyeti ve cinsel durumu, genetik yapısı ve aldığı ilaçlar gibi birçok şey hakkında karşı tarafın bilinç altına yönelik mesajlar göndermektedir. Bu mesajlar alıcı taraf tarafından işlenip beyinde bazı hormonların salgılanmasını sağlar. Bizim durumumuzda Eğer alınan mesaj olumlu ise yani karşımızdaki kişinin sağlıklı bir aday olduğunu söylüyorsa beynimiz bağımlılık yaratan bazı hormonlar sağlayarak bu kişiye aşık olmamızı sağlar. Bu salgılanan hormonlar madde bağımlılığı olan kişilerinki ile çok benzerdir. Öyle ki beynin aynı bölgelerini etkiler, ve bu sayede karşıdakine karşı dayanılmaz bir çekim hissederiz. Bu durum karşıdakinin beyinde tetiklediği kimyasallara bağlı bir durum olduğu için o kişinin yokluğunda madde yoksunluğunda bağımlıların yaşadığına benzer bir geri çekilme etkisi (withdrawal effect) yaşanır. Kişi bu durumda acı çeker, tutarsız davranışlar sergiler. Bu durum arzulanan o kişi ile bir araya gelinceye kadar ya da bağımlılıktan kurtuluncaya kadar sürer ve hoş bir deneyim değildir. Ayrıca dişilerin feromonlar üzerinden karşı cinsin uygunluğu üzerine değerlendirme yapmak konusunda daha iyi olduğu anlaşılıyor.

 Buradan yola çıkarak "güzel kadın kokusu" olarak bahsedilen mitin gerçek olduğunu söyleyebiliriz. Doğal olarak ilgi çekici olan bir bireyin kokusunun başka insanların üzerine sindiğinde o kişiye yönelik davranışların değişmesi söz konusu olabilir. Parfüm sektörünün asıl amacı da aslında budur, o eşsiz çekici kokuyu bulup şişeleyebilmek. Tabi bu durumda koku geçince aşkın yok olduğu durumlar da kaçınılmaz oluyor.

 O büyülü olgunun bu şekilde rasyonel bir açıklamasının yapılması her ne kadar biraz rahatsız edici olabilse de aşkın aslında bağımlılık olduğunu ve asıl önemli olanın kişiler arasında zamanla gelişen sevgi olduğunu bilmek pek çok kişinin bimekten hoşnut olacağı birşey olsa gerek diye düşünüyorum.

C. Caner Telimenli

Kaynaklar:

  • American Physiological Society (2005) “Love’s All in the Brain;” 
  • Heussner, K. M. (2010) “Addicted to Love? It’s not you, it’s your brain;”
  • James, J. (2010) “Study suggests love and drug addiction activate same regions of the brain;” Stanford Medicine Scope: Neuroscience


21.08.2013

Nükleer Füzyon; Ne zaman?



 Küresel iklim değişiminin ağırlığının hissedildiği  ve insanlığın enerji gereksiniminin çoğunun fosil yakıtlardan sağlandığı bu çağda pek çok kişi çözümün nükleer enerji de dahil olmak üzere alternatif enerji kaynaklarında olduğunu düşünüyor. Şu an için bütün nükleer reaktörler fisyon temellidir : Ağır atomları kontrollü bir şekilde daha hafif atomlara bölüp işlem sırasında enerji üretmektedir. Her şey iyi giderken fisyon güvenli bir enerji kaynağı olmasına rağmen radyoaktif yakıt, sorunlu atıklar ve en son örnek yüksek maliyetli Fukushima kazası gibi problemler de mevcuttur.
 Nükleer füzyon prensipte daha temiz ve daha ucuz bir yakıt kaynağı olan hidrojenin izotopu olan ve sudan elde edilebilen döteryum kullanmaktadır ve atık olarak sadece helyum üretmektedir. Matrix filminde, SimCity 2000 gibi oyunlarda ve birçok politik hayalci tarafından kaçınılmaz bir şekilde geleceğin enerji kaynağı olarak görülen füzyon ne yazık ki hala gerçekleşmekten çok uzakta ve bir şakada olduğu gibi "füzyon geleceğin enerji kaynağı - ve her zaman da öyle kalacak"
 Bunun sebebi devamlı bir füzyon reaksiyonunun - başlatılması ve devam ettirilebilmesi için ürettiğinden daha az bir enerjiye gereksinim duyan - imkansız ya da çok zor olması  söz konusu değildir. Bilindiği gibi füzyon reaksiyonunun en başarılı örneklerinden biri ölüm ve şiddet uğruna güvenlik kontrolü feda eden hidrojen bombasıdır. Füzyon reaktörlerinin ise açık bir şekilde sınırlandırılmış olması gerekmektedir.

Kozmik Çarpıştırıcı

  Kararlı bir reaksiyon elde edebilmek için ne gerektiğini anlayabilmek için en iyi bilinen reaktör olan yıldızlara bir göz atalım. Güneş gibi bir yıldızın içindeki güçlü kütle çekimi hidrojeni sıkıştırıp plazma - eşit miktarda proton ve elektronlardan oluşan bir karışım - haline getirir. 15 milyon derece gibi sıcaklıklar ve yüksek basınç protonların yüklerinden kaynaklana itim kuvvetinin üstesinden gelip birbirlerine temas etmelerine ve nötrona dönüşmelerine ve büyük miktarda enerji salmalarına sebep olur.
 Açıkça söylemek gerekirse biz bu koşulları istesek bile sağlayamayız. Yıldızların hidrojeni kontrol etmeye yetecek kadar bir kütleleri var ancak bizim o lüksümüz yok ve bu yüzden fizikçilerin elektromanyetizmayı kullanması gerekiyor. Ayrıca bilim insanları reaksiyona hidrojen yerine döteryum ya da trityumla başlayarak gereken enerji miktarını düşürebilirler. (trityum bir proton ve 2 nötrondan oluşan bir hidrojen izotopu olduğu için hidrojenin kendisinden ya da döteryumdan daha kararlı bir seçim) Yine de sıcaklık ve basınç yüksek olması gerekiyor ve bu sebeple reaksiyonu başlatmak için gereken enerji miktarı da yüksek olmalı, bu da enerji üretme amacını baltalıyor.
 Zorluğun bir sebebi plazmanın doğasında yatıyor. Oksijen gibi sıradan bir gazı bir kabın içine koyduğunuzda kabın hacmini küçülterek ısı ve basıncı arttırabilirsiniz. Ancak plazma bulunduğu kabı eritebilecek sıcaklıkta yüklü parçacıklardan oluşur. Ayrıca şartlar çok dikkatli bir şekilde kontrol edilmezse elektronlar protonlar ile tekrar bir araya gelip füzyon açısından işe yaramaz doğal bir hidrojen oluşturur. Benzer sebeplerle kabın gaz içermemesi gerekir.
 Hidrojen dışındaki elementlerle füzyon reaksiyonu başlatmak için bir umut var ve bunlar daha fazla protona sahip oldukları için daha uygun elementler. Bu durum aynı zamanda atomların birbirini itmesini arttırarak füzyonu başlatmak için gerekli enerji miktarını arttırmaktadır. Araştırmalara konu olan bu elementler helyum lityum ve bor olmakla birlikte bu elementler dünya üzerinde hidrojene kıyasla çok daha az miktarda bulunmaktadır.
Tokamak Türü Reaktör Modeli

Sıcak Simitler

 Durum tamamen umutsuz da sayılmaz. Araştırmacılar füzyon problemi için çoğu döteryumu akıllıca yöntemlerle sıkıştırmak üzerine birkaç değişik çözüm peşinde koşuyorlar. Bunlardan en eskisi güçlü manyetik alanların duvar gibi davrandığı manyetik hapsetme yöntemidir. Bunun en bilinen örneği  1950 lerde Sovyetlerde yapılan tokamak reaktörüdür. Bu reaktörde döteryum ve trityum elektronlar atomlardan bağlarını koparana dek ısınacakları simit şeklindeki bir yapının içine enjekte edilir. Merkezdeki manyetik alanlar plazmayı sıkıştırırken plazmanın yüksek ısısı tepkimeyi devam ettirir. Ancak ne yazık ki İngiltere'deki Torus (JET) ve ABD'deki Tokamak Füzyon Test Reaktörü (TFTR) reaktörleri sisteme girenden daha fazla enerji üretemedi. Şimdiyse  ITER (Uluslararası Termonükleer Deneysel Reaktörü) yeni bir umut oldu. 15 miyar Euro'luk bu proje Fransanın güneyinde simdiye kadar yapılan en büyük tokamak reaktörünü kurmayı amaçlıyor. 2020 civarında operasyonel olması beklenen reaktörün ilk testlerine 2028'de başlaması planlanıyor. Ancak Amerikan senatosunun Iter'e olan finansal desteğini çekme kararı gibi lojistik problemler projeyi baltalıyor.
 Birçok çevre ise Ataletsel hapsetme (inertial confinement) yönteminin daha iyi bir seçenek olduğunu düşünüyor. Bu yöntem yüksek enerjili fotonlarla - X ışınları - hidrojen ve izotoplarını bombalayarak kontrol altına almayı ve sıkıştırmayı amaçlıyor. Sistemi tamamen çevreleyen lazerler tarafından ateşlenen X ışını darbeleri hidrojeni ısıtıp sıkıştırıp iyonize ederek reaksiyonun başlamasını sağlıyor. Bu modelin en büyük problemi çok fazla enerji tüketen X ışını lazerleri konusu ve bu konu üzerinde araştırmacılar  Amerika'da SLAC laboratuvarı ve Avrupa'da X-ray'siz Elektron Lazeri çalışmasında problem üzerinde çalışıyorlar.
 ABD'deki Sandia Ulusal Araştırma Laboratuvarında  Z-makinesi isimli cihaz manyetik ve ataletsel hapsetme yöntemlerinin bir karışımını sunuyor. Z-makinesi tam olarak bir füzyon reaktörü olmasa da (nükleer silah modelleri üretiyor) kullandığı manyetik alan ve X ışını lazerleri misket şeklinde bir hidrojen kütlesini sıkıştırmak için bombardıman amacı ile kullanılıyor.
 Sıkıştırma ve hapsetmenin başka yolları da var ve kuşkusuz bir şekilde daha fazlası da olacaktır. Bu yollardan biri Muonları kullanarak döteryum füzyonu için gereken enerji bariyerini aşağılara çekmek. Muonlar elektronların daha ağır ve kararsız versiyonu olduğu için basınçla sıkıştırıp reaksiyon başlatmayı kolaylaştırıyor. Ancak muonları yapmak ve onlardan oluşan atomları hazırlamak için gereken enerji hesaba katıldığı zaman bu yolla çalışan bir reaktörün istenen verimi verip veremeyeceği şüpheli bir hale geliyor.
 Peki bu sorunların bir çözümü yok mu? Birçok konuda olduğu gibi insan dehası ve pratik engeller bu konuda belirleyici oluyor. Füzyon reaktörleri pahalı ve bu yola yatırılan para bir umut ışığına tutunuyor. Daha açık belirtmek gerekirse ola ki bir gün füzyon reaktörleri verimli bir şekilde üretim yapmaya başlarsa yapılan yatırımın kat ve kat fazlasını sağlayarak emeklerin karşılığını vermesi umuluyor.

Çeviri:  C. Caner Telimenli

(BBC)

15.08.2013

Tony Stark ile Füzyon



Bilim ve teknoloji bazen filmlerden ya da çizgi romanlardan ilham alsa da bunun tersi de oldukça sık karşılaşılan bir durum. Bilimin deneysel, adım adım ve gerçekçi ilerleyişine karşın hayal gücünden beslenen süper kahramanlar bu konuda sınır tanımıyor. Fantastik film yapımcıları çoğu zaman bilim danışmanları ile çalışıyorlar. Onlardan aldıkları ufak fikirlerin engellerini hayal güçleri ile kaldırıp seyirciye sunuyorlar.
Orijinal adı ile Iron Man, Marvel’in sinemaya uyarlanmış popüler çizgi roman kahramanlarından sadece biri. Anthony Edward “Tony” Stark’ı çoğumuz Demir Adam kostümünün içindeki kurgusal karakter olarak tanıyoruz. Tony, 15 yaşında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nün elektrik mühendisliği programına kabul ediliyor ve 2 doktora derecesi ile mezun oluyor. Gerçek dünyadan kurumlarla olan bu ilgisi takipçilerinin bir yakınlık hissetmesini amaçlıyor olsa gerek. Yirmi bir yaşına geldiğinde ailesini trafik kazasında kaybeden Tony, Stark Endüstri’nin tek mirasçısı oluyor. Kısa sürede çapkın tavırları ve mühendislik dehasıyla ülkenin gündeminden hiç düşmeyen teknoloji devi bir silah üreticisi haline geliyor.
Film sektörü ise kollarını bu çizgi roman için tam da buradan sonra sıvamış. Film şöyle başlar: Yeni ürettiği üstün teknoloji roketleri Amerikan hükumetine tanıtmak amacıyla yola çıktıkları konvoya dönüş yolunda Stark şirketinin ürettiği silahları kullanan bir örgüt tarafından bir saldırı düzenlenir ve Tony, yaralanarak esir düşer.
Gözlerini açtığında göğsünde bir delik ve o deliğe yerleştirilmiş araba aküsüne bağlı bir elektromıknatıs vardır. Elektro mıknatıslar, elektrik akımı kullanılarak mıknatıs özelliği kazandırılan metallerdir. Akım var olduğu sürece mıknatıs özelliği de devam eder. Filmde bu prensiplerden yararlanarak Tony’yi hayatta tutan Profesör Ho Yinsen’dir. Saldırı sırasında Tony’nin vücuduna onlarca şarapnel parçası saplanmıştır ve bir tanesi kalbine çok yakın bir yerde, bir hafta içinde kalbine ulaşacak şekilde ilerlemektedir. Onu oradan alamayan Profesör şarapnel parçasının Tony’nin kalbine ilerleyişini durdurmak için bir elektromıknatıs kullanmıştır.
Örgüt, Tony Stark ve Prof. Yinsen’den bir roket yapmalarını ister. Roket tamamlanana kadar onların tutsağı olacaklardır. Demir Adam zırhının temelleri bu şartlar altında bir kaçış planı olarak atılır; ama öncesinde Tony’nin beraberinde taşıdığı aküden kurtulması gerekmektedir. Bunun için babasından kalan bazı belgelere dehasını ekleyerek bir avuç içi reaktör yapar ve göğsüne yerleştirir. Bu, filmdeki adıyla bir ark reaktörüdür. Reaktör hakkında filmde fazla bilgi yok ancak paladyum çekirdeğe sahip olduğunu biliyoruz, bununla beraber çizgi romanda bunun füzyon enerjisi olduğu da belirtilmektedir.Filmin, 20. yüzyıl bilim dünyasını bir süre meşgul edeip sonunda fiyaskoya dönüşen soğuk füzyondan ilham aldığını göz ardı edemeyiz. Sonuç olarak Tony, göğsünde nükleer reaktör taşıyan bir süper kahraman. Bu reaktör, Yinsen’in yerleştirdiği elektromıknatısa enerji sağladığı gibi Demir Adam zırhının da enerji kaynağı.


Tokamak türü reaktör modeli

Soğuk füzyon yanılgısı

Soğuk füzyon bir balon gibi sönene kadar bilim insanlarını meşgul etmiştir.
Filmde reaktör paladyum sayesinde çalışıyordu. Paladyumun hidrojen tutucu özelliği 19. yüzyılın başlarında Thomas Graham tarafından tanımlandı. 1920′de iki Avusturyalı bilim insanı, Friedrich Paneth ve Kurt Peters, hidrojenin doğada kendiliğinden gerçekleşen nükleer kataliz tepkimeleri ile helyuma dönüştüğünü bildirdi. Peters’e göre hidrojen, paladyum tarafından emildiğinde bu oluyordu. Daha sonra anlaşıldı ki havadan deneye karışan helyum, tepkime sonucu oluşmuş gibi algılanmıştı. 1927′de İsviçreli J. Tandberg paladyum elektrotlarda hidrojenin helyuma dönüştüğünü belirtti ve patent başvurusunda bulundu, ancak alamadı. 1932′de döteryumun keşfedilmesi ile Tandberg çalışmalarına ağır su, yani döteryum oksit (D2O) ile devam etti. Ağır su molekülünde hidrojen, izotopu döteryum ile değiştirmiştir. Hidrojen, çekirdeğinde bir proton etrafında dönen bir elektrondan oluşurken, döteryum çekirdeğinde fazladan bir nötron bulunur.
Soğuk füzyon kavramı Cecil Powell ile çalışan F. Charles Frank tarafından 1947′de ortaya atıldı. Frank, elektrondan 207 kat daha ağır ve negatif yüklü parçacıklar olan muonlar ile ilgileniyordu. Frank’e göre eğer bir atomun elektronlarını muonlar ile değiştirilirse muonların yörüngeleri çekirdeğe 207 kat daha yakın olur ve bu çok daha küçük atomları çarpıştırmak için daha az enerji harcamamız gerekirdi. Ancak Frank asla başarılı olamadı çünkü muonlar milisaniyeler içinde bozunan kararsız parçacıklardı. Ardından bir çok bilim insanı Frank’in fikrinden yola çıkarak çalışmalar yaptı fakat çoğu kuramsal olmaktan öteye geçemedi.
23 Mart 1989′da ABD’deki Utah Üniversitesi’nden bilim insanları şaşırtıcı derecede basit bir yöntemle, oda sıcaklığında nükleer füzyon gerçekleştirildiğini iddia ettiler. Martin Fleischman ve B. Stanley Pons, tez öğrencisi Martin Hawkins’in elektroliz hücresini uzun süre çalıştıklarında ortaya bir miktar ısı çıktığını gözlemlediklerini söylediler.. Amaçları ağır suya (D2O) batırılmış platin anot ve paladyum katota elektrik akımı uygulayarak, paladyum içine döteryum fırlatmaktı. Isının füzyon sonucu ortaya çıktığını iddia eden bir makale alelacele yayınlandı çünkü bu sonucu o sırada benzer deneyler yapmakta olan Steven Jones’tan önce duyurmak istiyorlardı. Ancak yayınladıkları makale için 19 düzeltme yayınlandı. Erken yayınlama kaygısıyla bilimsel hassiyet ihmal edilmiş, bu da sonuçları güvenilmez kılmıştı. Çalışmalar konusunda bazı tutarsızlıklar da vardı. Fleischman ve Pons’un bildirdiği ısının füzyondan kaynaklansaydı hayatta kalmaları mümkün olmayacaktı, zira saniyede 100 trilyon nötron açığa çıkması gerekiyordu. Makaledeki nötron sayımları olması gerekenden 9 kat daha düşük idi. Sonrasında bilim insanları bu deneylerin üzerine gitti, hararetli tartışmalar yaşandı. Tartışılan konu soğuk füzyonun varlığıydı. Tartışmalar soğuk füzyon deneylerinin bir yanılgı eseri olduğunu gösteriyordu.

14.08.2013

İşgalci Karıncalar; "Kaçak yolcu" Böcekler Dünya Turunda


  İşgalci karınca problemi düşünülenden daha kötü

 Bilim insanları sanılandan daha fazla sayıda karıncanın istemsiz olarak taşımacılık sistemi ile nakledildiğini keşfetti. Bulundukları bu yeni habitat içinde bu karınca kolonilerinin çevreye, yapılara ya da insanlara zarar verme riski bulunuyor. Araştırma Royal Socierty Biology Letters'da yayınlandı.
 Baş yayıncı İspanya'daki Gerona üniversitesinden Veronica Miravete "Küçük boyutlarından dolayı karıncalar kutuların içinde hava, kara ya da deniz yolu ile toprak, bitki veya tahta parçaları ile birlikte farkında olmadan taşınıyorlar." dedi.

Küçük Gezginler

 Araştırma ekibi Hollanda, Amerika Birleşik Devletleri ve Yeni Zellanda'daki egzotik karınca sayısını inceledi ve daha önce rapor edilenden çok daha fazla sayıda karınca olduğu tespit edildi. Bu bilgiden yola çıkarak bilim insanları 768 farklı çeşit karınca türünün dünya çevresinde dolaşmakta olduğunu  ve bu türlerden 600 kadarının başarılı olup yeni ortamlarında koloni kurduğunu tahmin ediyor. Dr. Miravete Dolaşımda çok fazla sayıda karınca olduğunu, bunların %85 kadarının başarılı bir şekilde koloni kurduğunu ve bu durumun etrafımızda fark edilmemiş pek çok koloni olduğuna işaret ettiğini belirtti.
 Biryerden başka bir yere taşınan pek çok tür bir tehdit oluşturmasa da  bazı türler sorun çıkartabiliyor, özellikle işgalci karınca türleri bunların arasında en kötüsü sayılabilir.

Ateş karıncaları acı veren iğneleri ile çevreye yerleşmesi hoş karşılanmayan bir türdür.

 Avrupa kıt'ası dahilinde saldırgan Arjantin karıncaları mega koloniler inşa ederek yerel karınca türlerinin yok olmasına sebep oluyor. Haliyle bu durum ekosistem üzerinde kötü etkiler oluşturuyor. ABD'de güney Amerika Rasberry çılgın karıncalarının elektrikli cihazların içine yuva kurarak kısa devrelere sebep olmaları büyük sorunlara sebep oluyor. Ateş karıncaları sokmaları ise bu türün de hoş karşılanmamasına sebep oldu. Araştırmacılar bu türlerin yayılmasının durdurulması için önlem alınması gerektiğini belirtiyor. Dr. Miravete egzotik karınca türlerinin bir kez yuvalandıktan sonra uzaklaştırılmalarının çok zor olacağını söylüyor.
 "Türlerin geçişlerini engellemek için sınır öncesi sirk değerlendirmesi, kara liste ve karantina denetimleri gibi yöntemler bulunsa da bu dolaşımı durdurmanın en iyi yolu yayılması olası türlerin olduğu bölgelerdeki nakliye yollarının izlenmesidir." diye de ekliyor.

Çeviri: C. Caner Telimenli





12.08.2013

Büyüme yeteneği olan robot bitki


 Robotik bilimindeki gelişmeler, yakın zamanda robot-bitkiler görmeye başlamamızı sağlayabilir. Cenova’daki İtalya Teknoloji Enstitüsü’nden Barbara Mazzolai ve meslektaşları, bitki köklerinin davranışlarını taklit eden robot sistemi geliştirmek için çalışıyor. Araştırma ekibi, toprak altında ilerleyecek ve ölçümler yapacak hassas alıcılar ve toprak içinde ilerleyecek bir mekanizma geliştiriyor. Geliştirilecek olan sistem yer çekimi, su, ısı, pH, nitrat ve fosfat ölçümleri yapacak.
 Büyümekte olan bir kökü modellemek ise oldukça karmaşık bir iş. Çünkü büyüme esnasında uzunluk artarken, ilerlenen yönün zıt tarafında hücre artışı yaşanıyor. Kök, büyüme esnasında kimyasal ve fiziksel değişimler gösterirken, nasıl karar verdiği de tam olarak anlaşılmış değil. Mozzolai, “Geliştirdiğimiz gerçek boyutlu model ve prototipler, bitki köklerinin fonksiyon ve içerikleri hakkındaki bulguları doğrulamayı amaçlıyor” dedi.
 Araştırmacılar, tek bir kökün hareketlerinin yanı sıra, köklerin birbirleriyle nasıl etkileşime girdiklerini de incelemek istiyor.Elde edilecek başarı, çevrelerine çok daha iyi uyum sağlayacak ve enerji etkinliği yüksek robotların geliştirilmesini sağlayabilir. Dahası, bitki benzeri robotların topraktaki ölçüm ve denetleme özelliği, bir gün uzay keşfi uygulamalarında da kullanılabilir. Newscientist sitesinin haberine göre, robot bitkiler, bir gün insan vücudu içinde ilerleyebilecek medikal amaçlı ilaçlara da kapı aralayabilir. Mazzolia, “Bükülme, düşük basınçta büyüme özelliği ve az sürtünme yeteneği, çevrelerine adapte olan medikal cihazların geliştirilmesini sağlabilir” dedi. İtalyan araştırmacıların geliştirdiği sistem, geçtiğimiz hafta Londra’da düzenlenen Living Mechanics konferansında gösterildi.

  (ntvmsnbc)

5.08.2013

Laboratuvar Üretimi Kırmızı Et


 Bilim insanları bir inekten aldıkları bir hücreyi Hollanda enstitüsünün laboratuvarında çizgili kas hücrelerine çevirip hamburger eti ürettiler. Uzmanlar bu yöntemin sürekli büyüyen et tüketimine uygun bir çözüm olabileceğini belirttiler. Ayrıca daha az et tüketiminin de ilerideki olası sorunlara karşı etkili olabileceğini eklediler.
 Maastricht üniversitesinden  Prof Mark Post bu et üretiminin arkasındaki isim olarak açıklamalarda bulundu. " Bugün ilk kez laboratuvarda üretilmiş hücrelerden yapılmış bir et tanıtılacak. Bunu yapıyoruz çünkü hayvan yetiştirmek çevreye zarar veriyor, ileride ihtiyaçları karşılamayacak ve hayvanlar için kötü." dedi.
 Ancak Oxford üniversitesinden  Prof Tara Garnett çözüm bulucuların sadece teknolojik çözümlerden daha fazlasını hedeflemeleri gerektiğini belirtti.
 "Dünyada 1.4 milyar kişi obezken 1milyardan fazla kişinin aç yattıyor." diyen Prof Tara Garnett . Çözümün daha fazla et üretmekte değil dağıtım, erişim ve ödenebilirlik açısından daha düzgün sistem kurmak ve gerektiği yere ihtiyacı olan kişiye ulaştırabilmek olduğunu ekledi.


Çeviri: C. Caner Telimenli


2.08.2013

3D Yazıcı ve Potansiyeli

3d printer
3 boyutlu yazıcı

3D yazıcı fikri 80'lerden beri ortada olmasına rağmen 2000'li yılların ortalarına kadar teknolojinin istenilen seviyede olmaması sebebiyle rağbet görmedi. Temel olarak belli bir maddenin makine yardımıyla insan eli değmeden işlenip şekillendirilmesi ile herhangi bir 3 boyutlu nesnenin üretilmesi olarak açıklanabilecek bir işlemler dizisi ile sanayi gereksinimlerinden günlük ihtiyaçlara kadar birçok alanda yararlı olabilecek nesne üretilebilmektedir.
replikatör
Star Trek'teki ünlü Replikatör teknolojisi

 Bilim kurgu hastası birçok kişinin tanıdığı bu teknoloji bilim insanlarının ve tam olarak adını koyamasalar da birçok lojistik sıkıntısı çeken insanın dört gözle beklediği bir teknolojidir. İstediğiniz yerde istediğiniz malzemeyi üretebilme kapasitesi sağlayan bu cihazlar birçok alanda şimdiden hizmet veriyor. En basit örneği olan ev kullanımında bardak ya da bir oyuncak yapmak gibi masum ihtiyaçların yanında silah gibi tehlikeli nesneleri de üretebilme kapasitesi her ne kadar potansiyelini gölgelese de medikal alanda yapay organ üretimi gibi amaçlar için de kullanılabilecek olması umut vadeden bir gelişme olarak göze çarpıyor.
 Amerikan ordusu şimdiden potansiyeli görüp bundan yararlanmaya başladı bile. Amerikan ordusunun Afganistan'da test edilen 3D yazıcı projesi sayesinde ordunun savaş alanında gereksinim duyacağı yedek parçaları yerinde lojistik sıkıntısı çekmeden üretmesi ve bunu daha büyük ölçeklerde de yapmak istemesi bu alanda büyük bir yarışın başlayacağı üzerine bir ipucu olabilir. Savaş alanında yaralanan askerlerin organlarını anında yeniden üretildiğini, uçakların ve tankların taşıma maliyeti olmadan oracıkta üretildiğini bir düşünün...
 Sonuç olarak şu an için bir ev kullanıcısı için biraz tuzlu fiyatları olsa da 3D yazıcılar az maliyetli seri üretim  konusunda geleceği değiştirebilecek kapasiteye sahipler. Bir tane istiyorsanız sizden ricam silah üretmekte değil olumlu bir amaç için kullanmanız olacak. Onun dışında yapabilecekleriniz sadece hayal gücünüzle sınırlı.

C. Caner Telimenli