Bilim ve teknoloji bloğu

29.10.2014

İnfografik: Farklı Kan Renklerinin Kimyası

KLOROKRUORİN, hemoglobin, hemosiyanin, hemoeritrin
Büyütmek için resme tıklayınız.
Yazılar yine de küçük geliyorsa resmin üstünden yan tuşla "yeni sekmede aç" seçeneğini tıklayın.

Hemoglobin kanda bulunan "hem" adlı alt birimlerden oluşan bir proteindir. Bu yapılar demir içerir ve kandaki kırmızı rengin kaynağıdır. Oksijensiz hemoglobin koyu kırmızıdır. 

Alyuvarlarda bulunan hemoglobinin aksine hemosiyanin kanda serbest dolaşır. Demir yerine bakır içerir. Oksijensizken renksiz olan bu protein oksijenle mavi renk alır.

Hemoglobine kimyasal olarak benzer olan bu madde bazı türlerce hemoglobin ile beraber kullanılır. Oksijensizken açık yeşil, oksijenli yeşil ve konsantre halde açık kırmızı görünür.

Hemoglobine göre oksijen taşımakta 1/4 daha az etkilidir. Oksijensizken renksiz olan bu madde oksijenle pembemsi bir mor renk alır.

17.09.2014

Demokrasi Sistemi İyileştirilebilir mi?

Oy verme


Demokrasi bilindiği kadarı ile antik Yunanistan'da icat edilmiş bir idare biçimidir. Temel esası halkın kendi kendini yönetmesine dayanır. Kelime anlamı dimokratia Yunanca "ahali" ve "iktidar" kelimelerinin birleşiminden oluşur. 

Antik Yunanistan'da demokrasi tam anlamı ile bizim anladığımız gibi işlemiyordu. Aradaki farklardan biri oy veren kesimin asıl nüfusa göre çok daha az olması sayılabilir. Bu farkın sebebi ise kadınların, kölelerin ve yerleşik yabancıların oy vermesine izin verilmemesiydi. 

Sistemin en belirleyici yönlerinden biri oy vermeye dayalı olmasıydı. Halk bir araya gelip belli bir görüş hakkındaki lehte ya da aleyhte tavır koymak için bir sandığın içine oylarını atmaktaydı. 

Antik Yunanda bu sistemin bir farkı daha vardı. Bu fark demokraside oy veren halkın yerel ve herkesin bir miktar bilgi sahibi olduğu konular üzerine oy veriyor olduğu gerçeğiydi. Siyaset her zaman siyasetti, bugünkü gibi oyunların dönmediğini iddia etmek yersiz olur ancak halkın o dönemde oy verenlerin sayısı da göz önüne alınacak olursa çok daha bilgili bir şekilde oy kullandığı söylenebilir.

Modern ülkelerin çoğunda ise oy verme işlemi oluşturulan partiler tarafından yürütülüyor. Halk görüşüne yakın olduğunu düşündüğü bir gurubun kurduğu partinin çıkardığı adaya oy vererek temsiliyet hakkını kullanıyor. 

Bir ülkenin karşılaştığı sorunlar bir kasaba büyüklüğündeki şehirden daha fazla olduğu düşünülürse her seçmenin her konuda bilgisi olması da beklenemez. Bir seçmen bu durumda çok kolay bir şekilde manipüle edilip kendi aleyhine kararlar alabilecek birilerini seçmeye teşvik edilebilir. 

Amerika Birleşik Devletleri bu duruma güzel bir örnektir. Şimdiye kadar sosyal devlet olgusuna uzak olan devlet Obama'nın sosyal reform projesi ile ortaya çıkması ile değişti. Cumhuriyetçiler bu gibi olgulara karşı olduklarından bu sosyal reforma ihtiyacı olan insanları milliyetçilik ve yanlış bilgilendirme ile aleyhte oy kullanmaya teşvik etti. 

Bunun haricinde pek çok devlette demokrasi  para ve güce sahip belli zümrelerin kitleleri yönlendirerek kendi amaçlarına hizmet edecek kişileri başa getirdikleri sistemlere dönüştü. 

Peki temelde bu kadar basit ve adil görünen bir sistemde yanlış olan neydi? Yukarıda da ima edildiği gibi kitlelerin büyümesi ile bilgili seçmen oranının azalması asıl sebepti. 

Peki bu temel sorunun çözülmesi için ne yapılabilir?  Sorun kitlenin genişlemesi ile bilgilendirilmiş seçmen sayısının düşmesi olduğundan kademeli bir seçim sistemi devreye sokulabilir.


piramit
Örnek yapılanma
Örnekteki idari yapılanmanın 1. seviyesindeki idareciler köy muhtarları gibi bir konuma sahip kişiler olduğu düşünülebilir. Bu kişiler doğrudan o bölgenin halkı tarafından seçilerek başa getirilir.

 2. seviye idareciler ise 1. seviye idareciler tarafından seçilir. Bu idareciler il valisi gibi düşünülebilir. Daha önceden mahalli bir yönetimde olduğu için ilgisiz ve eğitimsiz biri de değildir. Araba uçak ya da gemi kullanan insanların o konuda eğitim almak zorunda olduğunu düşünürsek devletin başına geçecek idarecilerin de belli bir deneyimi ya da eğitimi olması gerektiği su götürmez bir gerçektir.

3. seviye idareciler ise yine 2. seviye idarecilerin bir araya gelerek bir seçim yapmasından oluşur. Bu aşamada idareciler birkaç ilden oluşan bir bölgeyi yöneteceği için ayrıca bir halk güven oylaması da sistemin tamamen izole olmasını engeller.

4. seviye idareciler yine halk oylaması ve 3. seviye yöneticiler arasındaki bir seçimle başa gelebilir. 

Bu sistem şu anda yürürlükte olan sistemlerden çok ta farklı değildir. Aradaki en önemli fark idarecilerin seçim kampanyası yürütmek zorunda olmamalarıdır. Bu idarecilerin sık sık psikolojik değerlendirilmesi alınmalı ve aralarında en elverişli olanların bir üst kademeye aday olması gerekmektedir. 

Ayrıca sürecin uzunluğu sayesinde adayların belli bir zümre tarafından yerleştirilmesi gibi bir durum söz konusu olmaz. Uzun idarecilik süreci de uzun soluklu bir devlet stratejisi belirlenmesinde yardımcı olacaktır.

Burada bahsettiğim bu sistem mükemmel olmamakla beraber mevcut sistemlerin eksik taraflarını tamamlamaktadır. Mevcut idarelerin sorunları göz önüne alındığında yeni bir sisteme ihtiyaç olduğu açıktır. Ancak bir alternatif sunamayacaksanız bir değişim yapmak kaotik sonuçlar türetebilir. Sonuçta ne çeşit bir sistemde karar kılınırsa kılınsın gelecek sistemin tartışılıp mümkünse birkaç sistemin özümlemesi olması en uygunu olacaktır.


C. Caner Telimenli

16.09.2014

Farklı Dalgaboyları Aralığında Evren

Evreni farklı frekanslarda görmenize olanak sağlayan küçük bir uygulama. Tek yapmanız gereken yandaki kaydırma aracı ile dalgaboyunu değiştirmek. Ayrıca bir miktar yaklaşmak ta mümkün.

Elektromanyetik tayf
Chromoscope
(Yönlendirme için resme tıklayınız)

18.07.2014

Fringe; Paralel Evrenler ve Zaman yolculuğu

Fringe poster

Bilim kurgu alanında fazla kayda değer dizi yok, seyretmeye değer dizilerden biri olan Fringe ise Paralel evrenleri konu alan bir dizi. Genel olarak güzel bir dizi olmasına rağmen bazı konuları pekte iyi yansıtamadığı aşikar. Bunlardan paralel evrenler ve zaman yolculuğu konsepti üzerine bir değerlendirme yapalım. Yazımın dizi hakkında bazı bilgiler içereceğini de şimdiden belirteyim.

Dizi paralel evrenler üzerine, bu paralel evrenler uzay zaman düzlemindeki farklılıklar yüzünden oluşuyor. Yani Siz A kararını verdiğinizde A evreni, B kararını verdiğinizde B evreni oluşuyor. Dizideki karakterlerden biri olan Peter evrenleri birbirine bağlayan makineye girdiğinde Peter nedense zamandan siliniyor ve bu sebeple 4. sezondan sonra C ve D evrenleri oluşması gerekirken A ve B evrenlerinin tamamen silinip tekrar yazıldığını görüyoruz. Bu tasarım dizinin temelini oluşturan fizik modeline aykırı. Ama eğer dizide fizik böyle çalışacaksa Dizinin sonunda çgözcülerin üretim aşamasında bir anomali sonucu ortaya çıkmış olan çocuk gözcülerin oluşumunu engelleyecek şekilde geleceğe gittiğinde bizim bildiğimiz firinge tarihindeki ilk gözcü müdahalesi olan B evrenindeki Walter karakteri yani yine kendi değişi ile Walternatif'in ilaç keşfi engellenmeyecekti. Yani bizim baştan beri seyrettiğimiz dizideki hiçbir olay olmayacaktı, her şey silinecekti.

Eğer Peter kaybolduğunda A ve B evreni dizinin alternatif evren mantığına uygun olarak varlığını sürdürmeye devam ettiyse bu evrenlerde Peter'in hiç kaybolmamış olması gerekir. Bu durumda 4. sezonda Bizim seyrettiğimiz C ve D evrenleri olmakta, yani basitçe keşif amacı ile zamanda geriye gönderilen gözcü gurubundan Eylül isimli gözcünün Peter'i kurtarmayı seçmediği evrenleri seyrettik. Bu durumda sevginin gücü (!) ile Peter huzur içinde yaşadığı A ve B evreni ortamından mı çekildi?

Burada bu uzay-zaman düzlemlerini birbirine paralel koridorlar gibi düşünün. Sizin tek yaptığınız koridorlar arasındaki kapılardan geçmek. Çocuk gözcüleri yok edecek eylemi gerçekleştirmek için gittiğinde bir E evreni oluşturmuş oldu. Yani aslında dizinin mekaniğine göre C ve D evreninin gidişatında hiçbir değişiklik olmaması gerekiyor. Tabi zaman makinesi ile ileri ya da geri gitmeye çalıştığında aynı koridorda olduğunuzdan C ve D evrenine bu yolla dönemezsiniz, Walter'in paralel evren geçiş cihazını kullanmanız lazım. Yani bu şekilde bu izlediğimiz sezon finalinin mümkün olması zor. E evreni hiç oluşmasa da hep A ve B evrenleri silinip baştan yazılsa da aynı sorunlar devam ediyor. Gözcüler var olmadı ise olaylar nasıl başladı?

Bir de şöyle düşünelim; Diyelim ki Peter'in durumu bir istisna, ve gözcüler yok olduğunda Walter yine de Peter'i kaçırdı. Bu durumda parçalar oturuyor gibi görünüyor. Ama karakter gelişimi ile (yani tanıtığımız Walter'a) tutarsız bir olguya ve açıklanamayan bir çelişkiye göz yummayı gerektiriyor. Bu yüzden bu da pek hoş bir seçenek değil.

Bunlardan ziyade dizinin bunun gibi bazı açıkları olsa da  genel olarak eğlenceli bir dizi, seyretmediyseniz seyretmenizi de tavsiye ederim. Hayal gücüne ve zekaya hitap eden her ürün benim için değerlidir, sizin de seveceğinizi tahmin ediyorum.

C. Caner Telimenli

13.05.2014

Bitkiler Sandığımızdan Daha Akıllı Olabilir mi?


Hepimizin bildiği gibi bitkiler bariz sebeplerden dolayı akıl sahibi canlılar olarak görülmüyor. Bir hayvan gibi hareket edemiyor, iletişim kuramıyor ve çevreleri ile aktif iletişim kuramıyorlar. Peki bu öngörüler gerçekten doğru mu? Bitkilerin de bir sosyal yönü olabilir mi? Bu soruları cevaplayabilmemiz için bazı örneklere göz atmamız lazım.

Hayvanlara özgü olduğu düşünülen yiyecek arama güdüsünün bitkilerde gözlenip gözlenemeyeceğini araştıran Dr. James F Cahill (419 Focusing the metaphor: plant root foraging behaviour) ilginç bir deney gerçekleştirdi. Venüs sinek kapanı gibi belli bir şekilde avlanarak ihtiyacı olan besinleri sağlayan bitkiler istisna olarak görülür ve bitki türünün yiyecek arama güdüsüne sahip olduğu farz edilmez. Bu yüzden farklı bir yol izlemek gerekebilir. 

Venüs sinek kapanı ve avı
Venüs sinek kapanı ve talihsiz avı

Bitkilerde yiyecek arama güdüsü deneyi

Deney gereği bir kaba yerleştirilen bitkinin toprağında besinler homojen bir şekilde dağıtılmışken bir diğerinde besinler öbek öbek yerleştirildi. Toprak altına yerleştirilen kameralarla köklerin büyümesi izlendi. Hızlandırılmış görüntülerde bitkinin köklerinin bir solucan gibi hareket edip birkaç kere yön değiştirdiği daha önce de gözlemlenmişti. Bu deneyde ise homojen besin kaynağına sahip bitki kökleri sabit bir hızda büyürken öbeklenmiş besin dağılımına sahip kaptaki bitki belirli bir kök uzantısında büyümesini hızlandırıp besin kaynağına ulaştığında büyümesini yavaşlattı. Bu davranış bir hayvanın yiyecek bulduğunda durması ile çok benzerdi. Peki ama yolunu nasıl bulabildi?

Küsküt otu ve domates

Bitkilerde koku alma

Dr. Consuelo De Moraes tarafından bitki dünyasının vampiri sayılan küsküt otu ile yapılan bir çalışmada bitkilerin koku alma duyusu ile yönünü nasıl bulduğu gösterildi. Küsküt otu kökü olmayan ve dolayısı ile yaşamak için diğer bitkilere yapışıp onların kaynakları ile beslenen bir ottur. Bu bitkinin bazı bitkileri diğerlerine nazaran daha çok tercih ettiği biliniyordu. Yapılan deneyde ilk önce bir küsküt otu domates bitkisi ile aynı kaba kondu. Küsküt otu yukarıdaki videoda görüldüğü gibi zorlanmadan konakçı bitkiyi buldu. Daha sonra küsküt otu domates ile başka bir bitkinin arasına kondu ve hangisini tercih edeceği gözlendi. Küsküt otu domatese yöneldi.

Photo by Justin Runyon; Courtesy De Moraes and Mescher Labs
Fotoğraf Justin Runyon; De Moraes and Mescher laboratuvarı
Küsküt otunun domates bitkisine saldırısı
Bu bulgulardan yararlanarak domates bitkisinin kokusu özenli bir şekilde ayrıştırılarak plastik bir çubuğun üzerine sürüldü. Deney tekrarlandığında küsküt otu diğer alternatifi değil domates bitkisinin "parfümü" sürülmüş olan plastik çubuğu tercih etti. Bu durum bitkilerin salınan kimyasallar yolu ile birbirlerini tanıyabildiğini gösterdi. Domates bitkisinin ayrıca küsküt otu tarafından saldırıya uğradığında imdat çağrısı olarak yorumlanabilecek farklı bir kimyasal salgıladığı gözlendi.

Tütün bitkisi ve davranış şekilleri

Birçok bitki dışarıdan gelen etmenlere tepki verir, yeni kesilmiş çimenlerin  ya da koparılmış çiçek kokusu buna örnektir. Bu kokular aslında alınan zarara karşı salınan kimyasallardır. Max Planck Kiyasal Ekoloji Enstitüsünden Dr Ian Baldwin ve Dr Danny Kessler vahşi tütün bitkisi (Nicotiana attenuata) üzerinde yaptığı araştırmada bitkinin kendisini tozlaşma ile döllemesi için gece az miktarda ışıldayarak ve çiçeklerinden benzil aseton yayarak çağırdığı gece aktif böceklerden bir kelebek çeşidinin (Manduca sexta) yine bitkinin üzerine yumurtlaması ile ortaya çıkan larva tehdidini kovmak için belli kimyasallar yaydığını keşfetti. Bu kimyasallar bu tırtıl çeşidi ile beslenen bir böceği çağırmak için kullanılıyordu. 

tütün ve tırtıl
Tütün bitkisi ve tırtıl ilişkisi
Tütün zaten birçok yırtıcı ile baş edebilecek nikotin kimyasalı salgılayarak güvende kalıyordu. Tırtıl tehdidinden avcı böcekle sayesinde kurtulamadığında ise çok da ha sıra dışı bir şey yaparak başka bir polenleyici seçme yoluna gidiyordu. Bir günden daha kısa bir süre içerisinde çiçeklerini sinek kuşlarının (Trochilidae)  beslenebileceği bir şekle sokuyordu. Bu sayede yenme riski olmadan çoğalabiliyordu. 

tütün ve sinek kuşu
Tütün bitkisinin çiçeği ve sinek kuşu ile etkileşimi

Bitkilerde rekabet

Centaurea maculosa olarak bilinen doğu Avrupa kökenli bir tür ise Amerika Montana'da yerel türleri yok ederek büyük hayvan besicileri için sorun yaratıyor. Bu tür köklerinden yaydığı kimyasallarla diğer türlerin köklerini öldürerek besin kaynaklarını ele geçiriyor. Bu sayede daha çok yayılıp kendi hayatta kalma şansını arttırıyor. Yörenin insanları kimyasallar ve koyunları kullanarak bu türü durdurmaya çalışsa da pek başarılı oldukları söylenemez. Bu bitkiyi durdurabilen tek şey ise yine başka bir bitki. Acı bakla (Lupinus) kendi yaydığı oksalik asit ile bir kür kalkan oluşturup saldırgan türün yayılmasını engellemekle kalmıyor, yerel türlerin yaşaması için bir alan da sağlamış oluyor. Bu şekilde toprak sahiplenme dürtüsünü bitkilerde de olduğu anlaşılıyor.

Centaurea maculosa
Centaurea maculosa
Sosyalleşen bitkiler

Bitkiler birbirlerini tanıyabilir mi? Evrimsel ekolojist Susan Dudley tarafından Turpgiller(Brassicaceae) ailesinden cakile türü ile yapılan bir deneyde yan yana konan ve aynı atadan gelen bitkilerin köklerinin farklı atalardan gelen bitkilere oranla daha kontrollü geliştiği görüldü. Farklı bir türle tekrarlanan deneyde farklı atalardan olan bitkiler hızlı bir şekilde kaynakları ele geçirmek için büyürken aynı atadan gelen bitkiler bölgelerine sadık kaldı. Bu bitkilerin aralarındaki kimyasal iletişim kesilip birbirlerini tanıması engellendiği zaman büyüme hızı da artış gösterdi. Kökler daha hızlı büyüyüp daha fazla saçaklandı. Bu iletişimin istemli olup olmadığı ise bilinmiyor.

Peki anne ağaç küçüklerini gözetir mi? British Columbia üniversitesinden Prof. Suzanne W Simard C14 ile yaptığı bir deneyde ilişkiyi gözlemledi. Duglas göknarı (Pseudotsuga menziesii) cinsi bir ağacın dalları bir torba ile hava geçirmeyecek bir şekilde bağlandıktan sonra torbaya C14 içeren CO2 eklendi. Ağaç karbon dioksiti soluması için bırakıldı. Sonrasında geiger sayacı ile redyoaktif karbon atomları takip edildi ve yakındaki genç bir ağaçta C14  izine raslandı. Karbon topraktan kökler ve mantar sistemi vasıtasıyla genç ağaca geçmişti. Prof. Suzanne W Simard durumu Avatar filmindeki tüm doğayı besleyen ana ağaca benzeterek "Filmi seyrederken benim çalışmalarımı okuduklarını düşündüm." dedi ve "Ormana baktığımızda onun sadece toprak üstündeki üçte birlik kısmını görüyoruz, aslında orman çok daha büyük bir yapı" diye ekledi.

Bitkiler tüm bunları nasıl yapıyor? Bir beyni ve hatta sinir sistemi bile olmayan canlılar nasıl iletişim kuruyor? Akıl için beyin şart mı? Buradaki örnekler cevapladıklarından daha fazla soru üretse de bitkilerin sadece bitki olmadığını sezdiriyor. Ayrıca bizimle aynı hızda hareket etmedikleri için daha düşük yaşam formları oldukları düşüncesini anlamsız kılıyor. İnsan oğlu olarak farklı bakış açıları ile bir meseleye bakabilmeli ve açık görüşlülük sergileyebilmeliyiz. Bitkiler belki de bir bilince bile sahiptirler, kim bilir?

C. Caner Telimenli


Belgesel: Bitkiler ne hakkında konuşur (İngilizce)

3.05.2014

Karbondioksit Oranları Nisan Ayında Uçtu


Küresel iklim değişikliği
Hawaii'deki Mauna Loa gözlem evi araştırmaların yürütüldüğü yerlerden biridir.

Havaii'deki bir volkanın tepesinde kurulmuş olan Amerikan ulusal deniz ve atmosfer yönetimi (NOAA) gözlem evi tarafından yapılan araştırmalarda bilim insanlarının ön gördüğü gibi Nisan ayı küresel iklim değişikliğinden sorumlu CO2 gazının yoğunluğunun milyonda 400 birimin üzerine çıktığı bir ay oldu.

Bu durum global sera gazı salınımını azaltmaya çalışanlar için sembolik ancak iç karartıcı bir mihenk taşı oldu. Çünkü karbondioksit miktarı arttıkça buzulları eritip sahil şeridindeki birçok şehri su altında bırakabilecek bir iklim değişikliğini durdurabilecek notadan tehlikeli bir şekilde uzaklaşmış oluyoruz.  

Aslında bu mihenk taşı yani 400 ppm üstü COdeğerleri daha önce Nisan 2013'te kısa bir süreliğine erişilmişti. Bu durum yaklaşık iki ay sürdükten sonra eski haline dönmüştü.

Müteakip verilerin bahsi geçen gözlem evinin kurulduğu 1958 den beri izlendiği ve Nisan ayının her gününde CO değerlerinin 400 ppm'nin üstünde olduğu gözlemlendi. Bu durumun kuzey yarı kürede CO2 değerlerinin dönemsel olarak tavan yaptığı Mayıs ayına kadar sürmesi bekleniyor. Haziranın ilk çeyreğinde kuzey yarı küredeki bitki örtüsünün tekrar canlanması ile CO2 miktarının bir miktar azalması bekleniyor. 

küresel iklim değişikliği
800.000 yıllık süreçteki atmosferdeki karbondioksit miktarı değişimleri. Son büyük sıçrama haricindeki tepe noktaları birer buzul çağının başlangıcını simgeliyor.

Mauna Loa data toplama işlemi
başladığında atmosferdeki karbondioksit miktarı sadece 313 ppm idi. Yukarıdaki tabloya göre yılda yaklaşık 2 ppm'ye denk gelen inanılmaz bir dikey çıkışla 400 ppm seviyesi görüldü. Bu durum fosil yakıtların tüketilmesi ile yakından alakalı. Bir COmolekülü yüzlerce yıl serbest dolaşabilir, bu da kirlenmenin etkisinin binlerce olmasa dahi yüzlerce yıl hissedilebileceği anlamına geliyor.

Çalışmalar karbondioksit seviyesinin 800.000 yıldır ve büyük bir ihtimalle 15 milyon yıldır bu kadar yükselmediğini gösteriyor. Karbondioksit ve metan gibi sera etkisi yaratan gazlar atmosfere giren enerjiyi tutarak ve geri yansımasını önleyerek ısınmaya sebep olurlar.

Nisan 2014 CO2 ölçümleri

NOAA dönemsel olarak hazırladığı ve global sera etkisi yaratan gazların takip edildiği Sera etkisi Gaz indeksi (AGGI) raporunu yayınladı. Kayıtlar 2012-2013 arasında karbondioksit miktarlarında %1,5 oranında artış olduğu tespit edildi.

Yapılan basın açıklamasında NOAA yetkilileri durumu "Bu atmosferdeki uzun etkili insan kaynaklı sera gazı salınımlarının bir yılda %1,5, 1990'lardan beri ise %34 oranında arttığını gösteriyor." şeklinde özetledi.

NOAA'nn dünya sistemleri araştırma laboratuvarı global izleme bölümü direktörü James Butler "Elektrikli battaniyemizin ısı ayarını sonunda ne kadar sıcak olacağını bilmeyerek açmaya devam ediyoruz." dedi.

Bir iki yıl içinde 400 ppm'lik seviye sürekli bir hal alacak ve bu hızla devam ederse bu yüzyılın sonlarına doğru   CO2 miktarları 450 ppm veya fazlasını görecektir.

Çeviri: C. Caner Telimenli

(Mashable)

11.04.2014

Kokla Beni


Koku bizim için tatları lezzete dönüştüren ve bize bir yiyeceğin bozuk olup olmadığını bildiren bir duyu olmanın ötesinde karşı cinsten etkilenmemizde ve uyarılmamızda da önemli bir role sahip. Koku ve cinsellik dendiğinde ilk akla gelen ise “feromonlar”. Hayvanlar, bitkiler ve hatta bakteriler bile “feromon” üretiyor. Feromonlar aynı türün üyeleri arasında bireyleri arasında sosyal etkileşim sağlayan ve onlarda belli davranışları tetikleyen bir hormon Binlerce feromon türü var, bizi ilgilendiren  seks feromonu ise türlerin üreme mevsimleri sırasında karşı cinse “ben hazırım, beraber bir çay içelim mi?” mesajını ileten hormon. İlk olarak 1959 yılında Peter Karlson ve Martin Lüscher tarafından keşfedilen feromon yunanca pherein (iletmek) and hormone (hormon) kelimelerinin bileşimi ile adlandırılmış.

Jacobson organı
Yılandaki Jacobson organı

Bir çok internet sitesi ve gazete ilanı size “feromon spreyi” sayesinde karşı cins tarafından daha çekici bulunacağınızı vaat ediyor. Peki gerçekten doğru mu bu iddia? Hem evet, hem hayır. Eğer insan değil, bir hayvansanız (mesela bir yılan) evet doğru feromonlar sizi karşı cinse daha çekici kılabilir. Daha da doğrusu, “Jacobson organı”’na sahip bir cinsseniz eğer, feromonlar sayesinde cinsel hayatınız gayet renkli geçebilir. Jacobson organı 1813 yılında Ludwig Jacobson tarafından keşfedilmiş ve hayvanların havadaki feromonları algılamasını sağlayan koku organı. Eğer Jacobson organına sahip olmayan bir tür, mesela insansanız, temiz bir beden karşı cinsi daha çok etkileyecektir. 2002 yılında yapılan bir araştırmada 198 erkek ve kadın üniversite öğrencisine karşı cinsi çekici bulmak için en çok neye dikkat ettikleri sorulduğunda erkekler “dış görünüş” cevabı verirken kadınlar “koku” cevabını vermişler. Yani beyler, her gün yıkanın ve kirli elbiselerle dolaşmayın eğer hanımların sizi çekici bulmasını istiyorsanız.

Peki feromonlar gerçekten cinselliğimizi, eş seçimimizi etkiliyor mu? İlk defa 1995’te konu üzerinde yapılan bir çalışmada [4]  kırk dört erkeğe yeni tişörtler verildi ve üst üste iki gece uyurken sadece bu tişörtleri giymeleri istendi. Ayrıca deneklere kokusuz sabun ve traş losyonları dağıtıldı ki başka kokular “doğal koku”larına karışmasın. Deneyi yürüten Claus Wedekind daha sonra kırk dokuz gönüllü (!) kadından tişörtleri koklamalarını ve çekicilik sırlarına koymalarını istedi. Sonuç çok ilginç idi, kadınlar kendi bağışıklık sistemlerinden farklı bağışıklık sistemlerine sahip erkeklerin kokularını en çekici kokular olarak belirlediler. Kadınların seçtikleri erkeklerde insan lökosit antijen sistemi (HLA) kendilerinkinden farklıydı. HLA insanların bağışıklık sistemlerinin dış tehditleri algılayıp onlarla savaşmasını sağlayacak olan proteinleri kodlar. HLA’nız ne kadar çeşitlilik içeriyorsa bağışıklık sisteminiz  o kadar dirençli ve esnektir. HLA’nız kokunuza doğrudan yansır, tam mekanizması bilinmese de. Dolayısı ile kadınlar da kendi HLA sistemlerinden münkün olduğunca farklı HLA  sistemlerine sahip erkekler ile çiftleşerek çocuklarının mümkün olduğunca en güçlü bağışıklık sistemine sahip olmasını sağlamaya çalışıyor. Wedekind ve ekibinin araştırması bu alandaki çalışmaların öncüsü kabul ediliyor. Çalışma o kadar etkili olmuş ki, Amerika’da “feromon partileri” düzenleniyor. Partiye katılan kadınlar torbalar içindeki terli erkek tişörtlerini kokluyorlar ve kendileri için en çekici erkeği seçmeye çalışıyorlar.Ancak hala bu etkileşimden insan feromonların sorumlu olup olmadığının kesinleşmediğini belirtmeli, hayvanlardaki gibi bir mesaj mekanizması henüz insanlar için keşfedilmiş değil.

Kerem Kaynar

Tamamı: (Açık Bilim)


7.04.2014

Sonun Başlangıcı Belgeseli Üzerine bir Değerlendirme



Böyle bir şeyin olma olasılığını gözardı edersek aşağıdaki gibi sorunlar yine de engel teşkil edecektir;

Sorun 1:
 İnsanlığın kaderini ve tek şansını milyonlarca kilometre öteden yapılmış tahminlere dayanarak rastgele bir sisteme gönderme fikri KESİNLİKLE kabul edilemez. Düşünün, gideceğiniz yerde üstüne inebileceğiniz bir gezegen olup olmadığını bilmiyorsunuz! Ne kadar güçlü bir teleskop olursa olsun size orası hakkında her şeyi söylemeyecektir. Bu şekilde şansına güvenerek yola çıkmayı düşünüyorsanız oturup nötron yıldızını beklemek daha iyi bir fikirdir. Yok eğer hayatta kalacaksanız ve güneş sisteminde bir yere kaçamayacağımız da kesin ise Gliese 581 gibi dünya benzeri gezegeni olabilecek sistemlere araçlar gönderip keşif yapmamız gerekecek. Bu gibi sistemlerin ortalama 20 ışıkyılı uzaklıkta olduğunu var sayarak yapacağımız keşif araçlarının yapım aşaması hariç gidişi ve bize sinyal göndermesi en az 40 küsür sene sürer. Sonuçta oraya kadar gidip hiçbir şey bulamamak var ve bu yüzden birkaç araç yapıp farklı sistemlere göndermek gerekecek. Aynı anda birkaç keşif aracı artı yıldız gemisi inşası aynı anda nasıl yapılacak?

Sorun 2:
 Bu gemileri yaptığınızı var sayalım. Peki bu gemileri nasıl uzaya taşıyacaksınız? Gezegende yapıp uzaya taşımak bu gemileri uzayda yapmak kadar pahalı olacaktır. Hele hele dünya yok oluşun eşiğindeyken birçok ülke ve ekonomi çökerken parçaları yörüngeye taşıyacak roketlerin yakıtı da dahil herhangi bir kaynağın bu büyüklükte bir proje için hala ulaşılabilir olacağını düşünmek en hafif ifadeyle ÇOCUKÇA düşünmek olur.Tek olası çözüm gelişmiş bir uzay madenciliği sistemiyle tüm ihtiyaçları uzayda karşılayıp üretimi uzayda yapmak olacaktır. Ancak uzay madenciliği sektörü oluşturmak zaman alacaktır.

 Belgeselde de anlatıldığı gibi o kadar insan içinde küçük bir grubu kurtaracak bir gemi bir çözüm değil zaman kaybı olacaktır. Çünkü bu multikatrılyonluk gemi bir ICBM ile ortadan kaldırılabilir. Bunu engellemek için hepsi olmasa bile olabildiğince fazla insanı kurtaracak projeler üretilmelidir.Bu projelerin bu yüzden bu belgeseldeki hayal gücünden yoksun sıradan çözümlerin aksine sıra dışı ve hayal gücünü zorlayan çözümler sunulması gerekmektedir. İnsanlık tarihi boyunca zor durumlarda bizi kurtaran sıra dışı düşünme kabiliyetimiz olmuştur. Bunun gibi günü kurtaracak (bu durumda bi kısım insanı) çözümler gerçek birer çözüm değildir.

 Bunlar dışında daha birçok sorun var ve bu sorunlar hakkında çok kafa yorulabilir. Ancak şunu söyleyebilirim ki dünyanın başına bunun gibi bir felaket gelecek olursa bu belgeseldekinden çok daha etraflıca düşünülmüş bir plan hazırlamamız gerekmektedir.

C. Caner Telimenli

18.02.2014

İnsan Genetik Havuzu ve Seleksiyon Döngüsüne bir Bakış

 Seleksiyon kelime anlamıyla "seçme" anlamına gelmekle beraber biyoloji dalında daha çok "ayıklama" anlamında kullanılmaktadır. Bahsi geçtiğinde genelde aklımıza lisedeki biyoloji derslerinden ne öğrenmişsek o gelse de seleksiyon yalnızca biyolojik bir olay değildir. İnsanoğlu olarak doğanın işleyişini daha kolay anlaşılır bir hale getirmek için dallara ayırıp meselelere daha daraltılmış çerçevelerden bakmaya meyilliyiz. Bu bakışın her zaman doğru olduğu söylenemese de bir sınıflandırma başlangıçlar için gerekli olmaktadır.
 Türler tarihleri boyunca yaşadıkları çevreye uyum sağlayıp bir sonraki neslin başarısını ve dolayısı ile var oluşlarını garanti altına almak istemişlerdir. Ve bu amaca ulaşmak için belli başlı yollar geliştirmişlerdir. Türün devamlılığı için en uygun genetik materyale sahip bireylerin üremesini amaçlayan bu yöntemler o türün ne kadar başarılı olacağının da sınavını vermektedir. Daha kolay anlaşılması amacıyla bu yöntemleri biyolojik seleksiyon, doğal seleksiyon ve beşeri seleksiyon başlıkları altında toplayabiliriz. Bu başlıklar birbirini takip eden sonsuz bir zincir halinde türlerin devamlılığını test eden ögeler oluşturmaktadırlar. 

seleksiyon döngüsü
İnsanda seleksiyon döngüsünü betimleyen bir görsel

Biyolojik Seleksiyon
 Biyolojik seleksiyon türlerin devamlılığı söz konusu olduğunda o türün üzerinde direkt bir kontrolü olmadığı bir etmendir. İnsan için ele alınacak olursa spermlerin üretim aşaması ile başlayan bu döngü  insan fizyolojisi tarafından ortaya konan engellerin tümü için kullanılabilecek bir tabirdir ve spermlerin dişiye aktarılması ile devam eder. Dişiye aktarılan spermlerin kalitesi döllemenin başarısındaki etmenlerden biridir. Dişi tarafından sağlanan ortam ise tümüyle bu spermlerden en etkin olanının yumurtaya ulaşmasını sağlamak amacıyla dizayn edilmiştir. Yine etmenlerden biri olan dişinin yumurta kalitesinden tutun da hamilelik dönemindeki komplikasyonlara kadar her şey biyolojik elenme sürecinin bir parçası sayılabilir. Bireyin büyüyüp gelişmesi aşaması ile başka bir aşamaya geçilir.
Doğal Seleksiyon
 Bu başlık canlının dünyaya gelmesi ile başlar ve üreme amacında başarılı olana dek geçerli kaldığı söylenebilir. Dışarıdan bu canlının varlığına yönelik her tehdit bu kapsama sokulabilir. Türlerin fiziksel, ve düşünsel kabiliyetleri dahilinde kontrol edebildikleri bir ögedir. Bir zebrayı örnek alacak olursak bir aslan tarafından yenilme ihtimali ona verilen kaçma güdüsü ve yetisi ile baş edilebilecek bir etmendir. Bu yeti çağlar boyunca yenme tehlikesine karşı en başarılı özellikleri ilke karşı koyabilmiş bireylerden aktarılan genetik mirasla mümkün olabilmiştir. İnsanda ise bu kontrol biraz daha ileriye giderek doğaya hakim olma hadisesine dönüşmüştür. Teknoloji ve iş birliği ile avcılar engellenmiş, hastalıklar durdurulmuş ve türün devamlılığı sağlanmıştır. Bu kontrol de nüfusun artmasına sebebiyet vermiştir. Ve sıradaki başlığın insan bağlamında önemini bir nebze daha da arttırmıştır.
Beşeri Seleksiyon
 Bu başlık sosyal olarak gelişmiş türlerde daha aktif bir değişkendir. İnsanlarda bireyler arasındaki ilişkilerin, ritüellerin ve fiziksel özelliklerin belirleyici olduğu bir unsurdur. İki cinsel olgunluğa erişmiş bireyin birbirini görmesi ile başlar. İlk andaki fiziksel elemeden başarılı halde çıkılırsa kur yapma ritüeline geçiş yapılır. Bu aşamada bireyler birbirini tanır, toplum tarafından belirlenmiş bazı standartlara uyulup uyulmadığı gözlenir. Örnek olarak taraflardan birinin karşı tarafa uygunsuz olarak karşılanacağını bilmeden bir hediye alması ilişkinin sonlanmasına ya da daha karmaşık bir hal almasına sebep olabilir. Bu aşamada bir miktar biyoloji tekrar devreye girer ve kişinin salgıladığı feromonlar o kişi hakkında karşı tarafa sağlık durumu, basit genetik materyal ve ruh hali gibi ayrıntılı bilgiler verir. Bu bilgiler özellikle erkeklere nazaran kokuya daha duyarlı olan dişiler tarafından daha iyi işlenmektedir. İşlenen bu bilgiler beynin bağımlılıkla ilgili bölgesince işlenip aşk denen duruma sebebiyet verir. Beşeri alanda türün devamlılığına etki eden unsurlar bununla da sınırlı değildir. Sosyal statü, aile ve toplum da belirleyici etmenlerdir.

 Bu aşamadan sonra çark başa döner ve türlerin devamlılığı için oynanan oyunda yeni bir sayfa açılır. Bir jenerasyonun hataları ayıklanır ve bir sonraki jenerasyonun geleceği garanti altına alınmaya çalışılır. Doğanın koyduğu yasalar çerçevesinde o tür başarılı olur ya da yok olur. Ancak söz konusu olan insanlar olunca yok edilen ne yazık ki doğa olmaktadır. 

 C. Caner Telimenli