Bilim ve teknoloji bloğu

11.04.2014

Kokla Beni


Koku bizim için tatları lezzete dönüştüren ve bize bir yiyeceğin bozuk olup olmadığını bildiren bir duyu olmanın ötesinde karşı cinsten etkilenmemizde ve uyarılmamızda da önemli bir role sahip. Koku ve cinsellik dendiğinde ilk akla gelen ise “feromonlar”. Hayvanlar, bitkiler ve hatta bakteriler bile “feromon” üretiyor. Feromonlar aynı türün üyeleri arasında bireyleri arasında sosyal etkileşim sağlayan ve onlarda belli davranışları tetikleyen bir hormon Binlerce feromon türü var, bizi ilgilendiren  seks feromonu ise türlerin üreme mevsimleri sırasında karşı cinse “ben hazırım, beraber bir çay içelim mi?” mesajını ileten hormon. İlk olarak 1959 yılında Peter Karlson ve Martin Lüscher tarafından keşfedilen feromon yunanca pherein (iletmek) and hormone (hormon) kelimelerinin bileşimi ile adlandırılmış.

Jacobson organı
Yılandaki Jacobson organı

Bir çok internet sitesi ve gazete ilanı size “feromon spreyi” sayesinde karşı cins tarafından daha çekici bulunacağınızı vaat ediyor. Peki gerçekten doğru mu bu iddia? Hem evet, hem hayır. Eğer insan değil, bir hayvansanız (mesela bir yılan) evet doğru feromonlar sizi karşı cinse daha çekici kılabilir. Daha da doğrusu, “Jacobson organı”’na sahip bir cinsseniz eğer, feromonlar sayesinde cinsel hayatınız gayet renkli geçebilir. Jacobson organı 1813 yılında Ludwig Jacobson tarafından keşfedilmiş ve hayvanların havadaki feromonları algılamasını sağlayan koku organı. Eğer Jacobson organına sahip olmayan bir tür, mesela insansanız, temiz bir beden karşı cinsi daha çok etkileyecektir. 2002 yılında yapılan bir araştırmada 198 erkek ve kadın üniversite öğrencisine karşı cinsi çekici bulmak için en çok neye dikkat ettikleri sorulduğunda erkekler “dış görünüş” cevabı verirken kadınlar “koku” cevabını vermişler. Yani beyler, her gün yıkanın ve kirli elbiselerle dolaşmayın eğer hanımların sizi çekici bulmasını istiyorsanız.

Peki feromonlar gerçekten cinselliğimizi, eş seçimimizi etkiliyor mu? İlk defa 1995’te konu üzerinde yapılan bir çalışmada [4]  kırk dört erkeğe yeni tişörtler verildi ve üst üste iki gece uyurken sadece bu tişörtleri giymeleri istendi. Ayrıca deneklere kokusuz sabun ve traş losyonları dağıtıldı ki başka kokular “doğal koku”larına karışmasın. Deneyi yürüten Claus Wedekind daha sonra kırk dokuz gönüllü (!) kadından tişörtleri koklamalarını ve çekicilik sırlarına koymalarını istedi. Sonuç çok ilginç idi, kadınlar kendi bağışıklık sistemlerinden farklı bağışıklık sistemlerine sahip erkeklerin kokularını en çekici kokular olarak belirlediler. Kadınların seçtikleri erkeklerde insan lökosit antijen sistemi (HLA) kendilerinkinden farklıydı. HLA insanların bağışıklık sistemlerinin dış tehditleri algılayıp onlarla savaşmasını sağlayacak olan proteinleri kodlar. HLA’nız ne kadar çeşitlilik içeriyorsa bağışıklık sisteminiz  o kadar dirençli ve esnektir. HLA’nız kokunuza doğrudan yansır, tam mekanizması bilinmese de. Dolayısı ile kadınlar da kendi HLA sistemlerinden münkün olduğunca farklı HLA  sistemlerine sahip erkekler ile çiftleşerek çocuklarının mümkün olduğunca en güçlü bağışıklık sistemine sahip olmasını sağlamaya çalışıyor. Wedekind ve ekibinin araştırması bu alandaki çalışmaların öncüsü kabul ediliyor. Çalışma o kadar etkili olmuş ki, Amerika’da “feromon partileri” düzenleniyor. Partiye katılan kadınlar torbalar içindeki terli erkek tişörtlerini kokluyorlar ve kendileri için en çekici erkeği seçmeye çalışıyorlar.Ancak hala bu etkileşimden insan feromonların sorumlu olup olmadığının kesinleşmediğini belirtmeli, hayvanlardaki gibi bir mesaj mekanizması henüz insanlar için keşfedilmiş değil.

Kerem Kaynar

Tamamı: (Açık Bilim)


7.04.2014

Sonun Başlangıcı Belgeseli Üzerine bir Değerlendirme



Böyle bir şeyin olma olasılığını gözardı edersek aşağıdaki gibi sorunlar yine de engel teşkil edecektir;

Sorun 1:
 İnsanlığın kaderini ve tek şansını milyonlarca kilometre öteden yapılmış tahminlere dayanarak rastgele bir sisteme gönderme fikri KESİNLİKLE kabul edilemez. Düşünün, gideceğiniz yerde üstüne inebileceğiniz bir gezegen olup olmadığını bilmiyorsunuz! Ne kadar güçlü bir teleskop olursa olsun size orası hakkında her şeyi söylemeyecektir. Bu şekilde şansına güvenerek yola çıkmayı düşünüyorsanız oturup nötron yıldızını beklemek daha iyi bir fikirdir. Yok eğer hayatta kalacaksanız ve güneş sisteminde bir yere kaçamayacağımız da kesin ise Gliese 581 gibi dünya benzeri gezegeni olabilecek sistemlere araçlar gönderip keşif yapmamız gerekecek. Bu gibi sistemlerin ortalama 20 ışıkyılı uzaklıkta olduğunu var sayarak yapacağımız keşif araçlarının yapım aşaması hariç gidişi ve bize sinyal göndermesi en az 40 küsür sene sürer. Sonuçta oraya kadar gidip hiçbir şey bulamamak var ve bu yüzden birkaç araç yapıp farklı sistemlere göndermek gerekecek. Aynı anda birkaç keşif aracı artı yıldız gemisi inşası aynı anda nasıl yapılacak?

Sorun 2:
 Bu gemileri yaptığınızı var sayalım. Peki bu gemileri nasıl uzaya taşıyacaksınız? Gezegende yapıp uzaya taşımak bu gemileri uzayda yapmak kadar pahalı olacaktır. Hele hele dünya yok oluşun eşiğindeyken birçok ülke ve ekonomi çökerken parçaları yörüngeye taşıyacak roketlerin yakıtı da dahil herhangi bir kaynağın bu büyüklükte bir proje için hala ulaşılabilir olacağını düşünmek en hafif ifadeyle ÇOCUKÇA düşünmek olur.Tek olası çözüm gelişmiş bir uzay madenciliği sistemiyle tüm ihtiyaçları uzayda karşılayıp üretimi uzayda yapmak olacaktır. Ancak uzay madenciliği sektörü oluşturmak zaman alacaktır.

 Belgeselde de anlatıldığı gibi o kadar insan içinde küçük bir grubu kurtaracak bir gemi bir çözüm değil zaman kaybı olacaktır. Çünkü bu multikatrılyonluk gemi bir ICBM ile ortadan kaldırılabilir. Bunu engellemek için hepsi olmasa bile olabildiğince fazla insanı kurtaracak projeler üretilmelidir.Bu projelerin bu yüzden bu belgeseldeki hayal gücünden yoksun sıradan çözümlerin aksine sıra dışı ve hayal gücünü zorlayan çözümler sunulması gerekmektedir. İnsanlık tarihi boyunca zor durumlarda bizi kurtaran sıra dışı düşünme kabiliyetimiz olmuştur. Bunun gibi günü kurtaracak (bu durumda bi kısım insanı) çözümler gerçek birer çözüm değildir.

 Bunlar dışında daha birçok sorun var ve bu sorunlar hakkında çok kafa yorulabilir. Ancak şunu söyleyebilirim ki dünyanın başına bunun gibi bir felaket gelecek olursa bu belgeseldekinden çok daha etraflıca düşünülmüş bir plan hazırlamamız gerekmektedir.

C. Caner Telimenli