Bilim ve teknoloji bloğu

1.05.2015

Yapay Yer Çekimi Nedir ve Nasıl Çalışır?

yapay yerçekimi
Yapay yerçekimine sahip konsept tasarım. (copyright:SPL)
Uzay ve uzay yolculuğuna olan ilgi çekilen filmlerin de etkisiyle artmakta, ve bu durum da bu gibi filmlerde görülen konseptlerin ne kadar uygulanabilir olduğu sorusunun sık sık sorulmasına neden oluyor. Bu yazıda Interstellar filminde de konu edilen yapay yer çekimli uzay araçlarının ne kadar mantıklı olduğuna bir göz atalım. 

Uzay yolculuklarında yer çekimi etkisi olmadığı için bu tür seyahatlere çıkacak olan insanların uzun dönemde kemik erimesi ve kas kütlesi kaybı gibi sorunlarla karşılaşması da kaçınılmaz oluyor. Bu etkilerin giderilmesi ya da en azından azaltılması için uluslar arası uzay istasyonundaki (ISS) mürettebat belli aralıklarla egzersiz yapmaktadır. Ancak bu egzersizler gene de tam olarak bir çare değildir. 
yapay yer çekimi
Koşu bandında egzersiz yapan astronot

Eğer uzun süre yer çekimi olmayan bir ortamda yaşamak zorunda kalacaksanız yapay yer çekimi oluşturmanın bir yolunu ararsınız. Pek çok filmde bu durumun çözümü için nasıl çalıştığı belli olmayan yapay yer çekimi cihazları jokeri kullanılır. Gerçekte ise yapay yer çekimi oluşturmak zahmetli bir iştir, ancak gene de birkaç yolu vardır.

Uçuk Fikirler

Bunlardan biri doğrusal ivmelenme ile yapay yer çekimidir. Araç sürekli hız kazanarak içindeki objeler üzerinde gidiş yününün tersine bir güç uygular. Aniden hızlanan bir arabanın içinde hissettiğiniz olaydır. Sadece bu olayın sürekli olduğunu düşünün. Ancak bir aracın hızlanabileceği maksimum bir limit olduğundan ve yörüngesel mekanik gereği böyle bir aracın kullanım alanı uzun yıldızlar arası seyahatin belli aralıkları ile kısıtlanmaktadır.


Bir diğer önerilen yöntem Maddenin diyamanyetik ya da paramanyetik özelliğinden yararlanarak yapay yer çekimi oluşturmaktır. Diyamanyetik maddeler çok güçlü manyetik alanlar tarafından itilir, paramanyetik maddeler ise çekilirler. Normal manyetizma ile farkarı (ferromanyetizma) oluşan kinetik etkinin küçüklüğüdür. Yani bir demir parçası ile mıknatıs arasındaki ilişki yanında yok denecek kadar azdır. Bu sebeple bu şekilde çakışacak bir uzay aracının çok güçlü mıknatıslar bulundurması gerekir.

Pek olası görünmeyen bir diğer yöntem ise kütleçekimsel elektromanyetizma ile işleyen yapay yer çekimidir. Einstein'ın kütleçekim formülleri ile Maxwell'in alan eşitliği formülleri arasındaki benzerliklerden faydalanarak bir kinetik etki yaratma fikrine dayanır. Avrupa Uzay Ajansı'nın (ESA) bu alandaki araştırmaları sürmektedir.

Başka en azından yakın zamanda olası görünmeyen hipotez ise Higgs alanını maniple ederek yapay yer çekimi oluşturmaktır. Ancak bunu gerçekleştirebilmek için daha çok araştırma yapılması gerekmektedir.

Dönen Habitüasyon Modüleri

Bu fikrin şu ana kadar gerçekleşmemiş olmasının en büyük sebebi mali yetersizliklerdir. NASA'nın bu alanda bazı çalışmaları olmuştur, ancak uluslararası uzay istasyonundaki çalışmaların hepsinin sıfır yerçekimi araştırması olması yüzünden hepsi rafa kaldırılmıştır. 

Bu durum gene de bilim kurguda benzer tasarımların kullanılmasına engel olmamıştır. Bunların en güzel örneklerinden biri 2001: A Space Odyssey adlı Hal isimli yapay zekası ile ünlü filmde görülmüştür. 

yapay yerçekimi
"2001: A Space Oddessey" adlı filmdeki uzay istasyonu "Space station V" 
Yine yapay yer çekimi ile işleyen bir aracın olduğu diğer bir film ise Interstellar filminde adı geçen Endurance adlı uzay aracıdır. Farkı bir uzy istasyonu olmamasıdır, Satürn'ün yörüngesindeki bir solucan deliğinden geçerek başka bir galaksiye gider.

yapay yer çekimi
"Interstellar" filmindeki "Endurance" uzay aracı
Şimdi bu araçların nasıl olup ta çalıştığına bir göz atalım.

Merkezkaç Kuvveti

Bir cismin bir merkez etrafında ona bağlı bir şekilde  dönmesi ile cisim üzerinde oluşan etkiye verilen addır. Cismin eylemsizliğinden dolayı kaynaklanır. Bir cisim üzerindeki merkezkaç kuvveti Fmk=m.V2/r formülü ile hesaplanır. Burada m kütle, V cismin hızı ve r de cisim ile etrafında döndüğü merkez arasındaki uzaklıktır.  Küçükken ipe bağladıktan sonra elinize alıp hızlıca kendi etrafınızda çevirdiğiniz nesnelerde görülen olaydır. Eğlence parklarında gördüğünüz bazı oyuncaklar da aynı prensiple çalışır.

Peki ama nasıl çalışacak?


Uzayda bir cismin kendi etrafında kontrollü bir şekilde dönmesini sağlamak zor olabilir. Eğer ağırlıkta ufak bir dengesizlik bile olsa araç yalpalamaya başlayacaktır. İçine tuğla atılan çamaşır makinesini düşünün. Bu durumu düzeltmek için çok hassas dengeleyici ayarlanabilir ağırlıklar gerekecektir. Bu sağlanmadığı durumda tehlikeli durumlar oluşur. 
Endurance dönüş mekanizması

Kendi etrafında dönüşü nasıl sağladığınız da önemli bir konudur. İlk akla gelen şey bunu küçük iticilere sağlamak olabilir. İlk ateşlemeden sonra dönüş devam eder, ancak aracın bağlı olduğu bir merkezi varsa sürtünmeden dolayı yavaşlama olabilir. Bu da dönüşü sağlamak için daha fazla yakıt gerektirir. Yine dönüşü sağlamak için elektrik motorları da kullanılabilir. Bu durumda ise bağlantı noktalarındaki aşınma yüzünden düzenli bakım gerekecektir.

Bahsedilmesi gereken başka bir durum da içinde yaşayacakların hissedeceği etkilerdir. Dönme etkisinin kişi üzerinde etki yaratmaması için merkezden olan uzaklığın çok fazla olması gerekmektedir. Bu yüzden aracın çapının 60 metreden büyük olması gerekmektedir. Bu durumda bile "Space Station V" gibi dairesel değil de "Endurance" gibi düzgün onikigen bir şekil sorun oluşturabilir. Uzandığınızda merkeze göre başınızın ve ayaklarınızın ayrı etkiye maruz kalması yüzünden ufak bir iki uçtan çekiliyormuşçasına bir etki yaşamak ta mümkündür.

Yapay yerçekimli uzay istasyonu
Resme tıklayarak büyütebilirsiniz

Resimde görülen birinci şekilde düz bir platform üzerinde duran bir insan görülmektedir. Platformun ortasında durduğu için herhangi ters kuvvet tarafından eklenmemektedir. 

İkinci figür ise düz bir platform üzerinde merkeze açı yapacak şekilde kenarda durmaktadır. Durduğu noktada yokuş aşağı yürüyormuş gibi bir etki hissedecektir. 

Üç numaralı figürde ise durmakta olduğu zemin oval olduğu için hareket ettiğinde bir gariplik hissetmeyecektir. 

Dört numaralı yatmakta olan figür ise ayakları ve kafasına uygulanan kuvvetlerin açısı sebebi ile aşağıdan ve yukarıdan çekiliyormuş gibi hissedecektir. Aracın dönüş eksenine dik bir şekilde (yanlamasına) yatıldığında etki eden kuvvetler azalacaktır.

Bu dibi etkiler aracın büyüklüğü artıkça azalır, yine aracın büyüklüğü azaldıkça artar. Bu gibi etkilere çok uzun süreler boyunca maruz kalındığında ne gibi yan etkiler görülebileceği bilinmemektedir.

Mars'a ve ötesine er geç gitmesi gereken türümüzün önünde keşfedilmesi gereken daha çok teknoloji bulunmaktadır. Tüm gereken biraz merak ve cesarettir. Yapay yer çekimi teknolojisi de yukarıda bahsedilen yöntemlerden biri olsun olmasın bu yolda gerekli ve önemli bir adımlardan biridir.

C. Caner Telimenli



Kaynakça:

BBC

Intelstellar Wikia

Wikipedia

SPACE.com


20.03.2015

Sabun Köpüğü Evreni

Meraklı biri olarak yaşadığımız gerçekliğin ayrıntıları hakkında düşünmeyi her zaman sevmişimdir. Merak edip araştırıp daha fazlasını öğrenmek bir bakıma bana amaç olmuştur. Ancak bir konu üzerine araştırma yapmaya başladığınızda hangi konu olursa olsun bir noktadan sonra daha ileriye gidemezsiniz, çünkü bir müddet sonra o temelleri atanların sizi getirebileceği en uzak mesafeye kadar gelmiş olursunuz. 

Bu merakımı meşgul eden alanlardan birisi de evrenin oluşumudur. Evrenin oluşumu üzerine sahip olduğumuz bilgiler bize evrenin büyük patlama olayı ile oluştuğunu gösteriyor. Biraz ayrıntısına girelim.

Evren nasıl oluştu?


Büyük patlama diye bilim çevreleri tarafından tanımlanan olayı kısaca özetleyecek olursak evrenin yaklaşık 14 milyar yıl önce büyük bir patlama sonucu oluştuğunu ve dağılan enerjiden önce parçacıkların, sonra maddenin ve en son da evrenin oluştuğunu ileri sürer. Bunun kanıtı olarak ta kozmik mikrodalga arkaplan ışıması ve evrenin genişlemesi gösterilir. 

Kozmik mikrodalga arkaplan ışıması evrenin her yanından yayıldığı görülen bir ışıma türüdür. Doppler etkisi sebebi ile uzaktan gelen ışık kırmızıya doğru kayar. İşte bu kırmızıya kayma oranı sebebiyle çok eski - belki evrenin kendisi kadar-  olduğu düşünülür. 

Evrenin genişlemesi olayı ise yine Doopler etkisi sayesinde gözlemlenmiştir. Bize uzak galaksilerin ışığına bakıldığında gene kırmızıya kayma olayı ile karşılaşıldı. Buradan yola çıkarak "Işığın dalga boyu inceldiğine göre galaksiler birbirinden uzaklaşıyor olmalı." sonucuna varıldı. 

Sırdan bir tanım yapmak gerekirse evrenin bir balon misali şiştiği ve galaksilerin bu yüzden birbirinden uzaklaştığı yorumu yapıldı.

Balon evren
Genişleyen evren ve balon betimlemesi


Ancak gene de yapılan tüm gözlemlere rağmen evrenin merkezi, büyük patlamanın olduğu yer gözlemlenemedi. Ayrıca uzay-zaman düzleminin bir balonun yüzeyi gibi eğri olmaması açıklama gerektirmesi sebebiyle birçok tezin ortaya atılmasına sebep oldu. 

Uzay-Zaman düzleminin şekli


daire (-) enerji
Dairesel yörüngede bir uydu

Uzay-Zaman düzleminin eğriliği cisimlerin yörünge enerjileri gibidir. Daire şeklindeki bir yörüngenin negatif net toplam enerjisi vardır. Eğer evren de küresel bir yapıya sahip olsaydı negatif net toplam enerjisi olurdu. Yani uzay-zaman küresel değil.

Eğer evren Hiperbolik yörüngedeki bir cisim gibi olsaydı o zaman da pozitif net toplam enerjisi olması gerekirdi. Ama bu da söz konusu değil.



Hiperbol (+) enerji
Hiperbolik rotada bir uydu
Ama eğer bu bir parabolik bir yörünge olsaydı toplam net enerjisi sıfır olurdu, evrenimiz gibi. Bir nesnenin izdüşümünün parabolik olması için ise nesnenin kendisinin düz olması gerekirdi.

Mesele hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler Neil deGrasse Tyson'ın konu hakkındaki videosunu izleyebilirler.







Peki ama nasıl?


Sabun köpüğü evrenPeki bu durumda evren nasıl işliyor? Buna benim cevabım "sabun köpüğü gibi" olur.



Evrenin şekli
Evrenin olası şekli. Şeklin merkezi
büyük patlamanın merkezidir.
Evrenin merkezini bulamıyor olmamızın sebebi evrenin merkezinin bizimle aynı boyutta olmayışıdır. Büyük patlama olayı bizim evrenimizin dışında gerçekleşmiştir, Bizim evrenimiz bu patlamanın dışarı doğru ittiği bir zarın üzerinde -aynı köpüğe  üflediğinizde oluşan yukarıda kendi içinde kaplı baloncuklar gibi- varlığını sürdürmektedir.

 Bizim evrenimiz dört boyuttan oluşmaktadır. Bunların üçü uzayın elemanı olan en, boy, yükseklik biri ise zamandır. Bize komşu olan evrenler bunları paylaşabileceği gibi paylaşmıyor da olabilirler. Bu durumda yandaki şekildeki gibi geometriler ortaya çıkabilir. Yani misal olarak bizim evrenimiz bu nesne üzerindeki bir kareden ibaret olabilir.

Yer çekimi bizim boyutumuzun temel bir birleşimi olmadığından etkisi azdır. Ayrıca büyük patlama sonrası oluşan tekillik evrenimizi etkileyerek maddelerin ışık hızına ulaşmasını engeller. Bu durum bir kara delik ile ona yaklaşan bir nesnenin durumuna benzerdir.

Bir kara deliğe yaklaştığınızda, dışarıdan bakan bir gözlemci için kara deliğe yaklaşan bir cismin ışığı tekilliğin uzat-zamanda oluşturduğu eğim yüzünden daha uzun aralıklarla gözlemciye ulaşır. Aynı şekilde bir cisim ışık hızına yaklaştığında görelik gelen ışığın daha uzun aralıklara gözlemciye ulaşmasına sebep olur. Işığın bu durumu bizim evrenimizin dışındaki başka bir tekilliğin var olabileceği anlamına gelir. (Bknz: İlgili soru)

Bu durum aynı zamanda karanlık madde ve enerjinin neden bu kadar bulunması zor olduğunu da açıklayabilir. Eğer karanlık enerji evrenin oluşumunun bize o büyük patlamanın oluştuğu ilk boyuttan yansıyan bir yan etkisi ise durum netlik kazanır.


Evrenin oluşumu ve uzay-zaman düzleminin şekli üzerine belirtilenler gerçeklere dayanır. Ancak son başlık altında belirttiklerim evrenin oluşumu hakkındaki kendi tezimdir, şu an için matematiksel hiçbir ispatı yapılmadığı gibi somut kanıtı da yoktur. Bu yüzden değerlendirmelerin bu çerçevede yapılması gerekir.


C. Caner Telimenli




Kaynakça;

 Konu ile ilgili Wikipedia sayfaları, metin içerisinde verilmiştir. 

 Neil deGrasse Tyson'ın online dersleri Youtube'tan alıntıdır.









27.02.2015

Elbisenin rengi; Mavi-Siyah mı, Altın-Beyaz mı?

elbise
Renkleri ile ünlü o elbise.
 Sosyal medyada #thedress hastagi ile dolaşan elbise resmi insanların farkında olmadıkları bir sorunun ortaya çıkmasını sağladı. Hepimiz aynı renkleri mi görüyoruz?

İnsan gözü görme işlemini gözün içindeki ışığa duyarlı hücreler (fotoreseptör) sayesinde gerçekleştirir. Bu ışığa duyarlı hücrelerin içindeki kimyasallar ışığın farklı dalga boylarına tepki verir.

Tip    İsim   Aralık    Tepe noktası[7][8]
S β     400–500 nm    420–440 nm
M γ  450–630 nm 534–555 nm
L ρ  500–700 nm 564–580 nm
                              Dalga boyu çizelgesi

Bu hücre gurupları kırmızı(L) yeşil(M) ve mavi(S) renge duyarlıdır. Hücrelerin yaklaşık %64 ü kırmızıya, %32 si yeşile ve %2 si maviye duyarlıdır. Mavi ağırlıklı hücreler en duyarlıları olup sarı beneğin etrafında bulunur. Evrimsel açıdan kırmızı-yeşil görüş yeteneğinin mavi-sarı görüşten önce oluştuğu varsayılır.

Hücre tepkisi-Dalga boyu grafiği

Elbisenin rengine baktığınızda ise eğer mavi fotoreseptörler yeterince iyi işlev gösteremiyorsa diğer hücreler devreye girip kırmızı ve yeşilin arası olan sarı rengi görmemize sebep oluyor. Renk değişmezliği denilen ve renklerin farklı dalga boylarında bile beyin tarafından aynı algılanmasını sağlayan bir özellik sayesinde ise siyahın yerini beyaz alıyor. Elbisenin renkleri üzerindeki tartışma da bundan kaynaklanıyor. Renk değişmezliği algıda değişmezlik konusunun alt başlıklarından biridir.

Bu tür algısal farklılıkların sebepleri çok değişik olabilir. Arka plan rengi, cismin açısı, ışık parlaklığı ve hatta duygusal mod bile görülen rengi etkileyebilir.

Şahsen resmin iki türlü renk kalıbına da gözümün önünde geçtiğini gördükten sonra bu durumun reseptörler ile olan alakasının sorgulanır olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü resimde sarıya dönüşen yerlerin mavi kısımlar değil de siyah kısımlar olduğunu gördüm. Buna göre resimdeki renk değişikliğinin ağırlıklı sebebinin renk değişmezliği olduğu daha sağlam bir açıklama olur. Eğer fotoreseptörlerin bir etkisi varsa bile sarının yerine siyah ve mavinin yerine beyaz görebilmek için bir şekilde renklerin beyinde çaprazlamaya uğramaları gerekmektedir.

Renk değişmezliği yapay olarak ışıklandırılmış bir ortamdan gün ışığına çıkarken oluşabilir. İki ortam arasındaki renklerde biz fark etmesek te dalga boyundan dolayı bir fark vardır. Ancak beynimiz bu farkı anında düzelterek renkleri alıştığımız şekilde görmemizi sağlar. Elbise üzerine vuran ışığın gün ışığı olduğunu düşünen beynimiz onun altın sarısı-beyaz olarak algılamamıza sebep olur. Ama eğer ışık kaynağının yapay olduğunu düşünüyorsak renkler mavi-siyah görünmektedir. Yani bu durumda ışığın hanjgi kaynaktan geldiğine inanıyorsak elbise o rengi almaktadır.

Bu olay açık bir şekilde renklerin oluşumunun tamamen beynimizde oluştuğunun kanıtıdır. Algı bu oluşumda temel bir rol oynamaktadır.

Ancak resimdeki elbisenin rengi üreten firmanın* açıkladığı üzere mavi-siyahtır.

Bu konu üzerine BBC yapımı olan "Gördüğümü görüyor musun?" belgeselinin izlenmesi tavsiye edilebilir. İngilizce orijinal yapım aşağıdadır. Belgesel Türkiye'de e2 kanalı tarafından yayınlanmaktadır.


Horizon Do You See What I See Part 1-4 paylaşan: plamenj


C. Caner Telimenli





İlgilisine konu üzerine linkler:

Mashable
http://mashable.com/2015/02/26/what-color-dress-blue-black-white-gold/

Wired
http://www.wired.com/2015/02/science-one-agrees-color-dress/

CNNTürk*
http://www.cnnturk.com/haber/yasam/elbise-hakkinda-o-firmadan-cevap-geldi

NTV
http://www.ntv.com.tr/yasam/sosyal-medyada-paylasilan-elbise-dunyayi-ikiye-boldu,s-OMjRwqu0ynnAVw3aUFaQ

12.02.2015

Bilime İhham Veren Diziler: "Star Trek" Serisi


"To boldly go where no man has gone before"

“Cesurca daha önce kimsenin gitmediği yerlere gitmek”

Bilim-kurgu klasiği sayılabilecek ve kültürel etkisi büyük olmuş bir seridir. Seri yayınlandığı süre boyunca pek çok bilim insanını ve mühendisi etkileyerek ilgi alanlarını bulmalarını sağlamış bu gün kullandığımız pek çok teknolojilere ön ayak olmuştur. Resimdeki ve aynı zamanda yayınlanma sırası ile Star Trek: The Original Series (IMDb 8,4), Star Trek: The Next Generation (IMDb 8,7), Star Trek: Deep Space Nine (IMDb 7,9), Star Trek: Voyager (IMDb 7,7) ve Star Trek: Enterprise (IMDb 7,5) olmak üzere 5 ayrı diziden oluşur.


Star Trek: Gemiler ve Kaptanlar


Star Trek: The Original Series


Bu dizi serinin fikir babası olan Gene Roddenberry tarafından yapılmış, 8 Eylül 1966'dan 3 Haziran 1969'a kadar yayınlanmıştır. 80 bölüm hazırlanmış bunlardan 79'u gösterilmiştir. Dizi ve genel anlamıyla tüm seri çok kültürlü, kültürel ve etik açıdan ise ileri ütopik bir toplum yapısı üzerine kuruludur. Kültürel etkisi sayesinde NASA ilk uzay mekiğine Dizideki geminin adı olan “Enterprise” ismini vermiştir.


Bu dizide “United Federation of Planets” (Birleşik Gezegenler Federasyonu) yapısının askeri kolu sayılabilecek “Starfleet” (Yıldız Filosu) organizasyonuna bağlı bir gemi olan “Enterprise” yani “Atılgan” adlı geminin 5 yıllık derin uzay görevinde başından geçenler anlatılır. Dizinin baş rol oyuncusu olan Kaptan James Tiberius Kirk, sıradan Texaslı bir Amerikalıdır. Karizmatik bir liderdir ve biraz kadın düşkündür. Diğer bir karakter diziyi seyretmeyenler tarafından bile bilinen 40 Eridani (http://en.wikipedia.org/wiki/40_Eridani)  yıldız sisteminin Vulcan gezegeninden bilim subayı Spock tur. Dizinin mantık kısmına hitap eder. Bunun dışında dizinin yayınlandığı zamanlar için cesurca sayılabilecek bir durum olan farklı kültürlerden karakterler bulunmaktadır. (Bkz: Star Trek ve Irkçılık)

Dizide orijinal pek çok fikir olsa da kalitesi açısından günümüzde geride kalmıştır. O yüzden seriye başlamak için pek te uygun değildir.

Star Trek: The Next Generation


Seriyi bir sonraki aşamaya taşımış olan bu dizinin ilk bölümü Eylül 1987 tarihinde yayınlanmıştır. Yedi sezon ve 178 bölümden oluşmaktadır. Bir önceki dizinin “ateş et ve sonra soru sor” tavrının aksine bu dizi daha politik ve etik açıdan daha sorgulayıcıdır.

Dizinin Kültürel etkisi çok büyüktür. Öyle ki dizideki ışıktan hızlı seyahat konseptinin Meksikalı bir fizikçi olan Miguel Alcubierre etkileyerek Mayıs 1994’de “Classical and Quantum Gravity” adlı bilimsel yayında çıkan “The Warp Drive: Hyper Fast travel within general relativity” (Warp sürücüleri: Rölativite ile hiper hızlarda yolculuk) yazısında tarif ettiği “Alcubierre sürücüsü”nü ortaya atmasını sağlamıştır. Teorik olarak, ışık hızından hızlı yolculukların mümkün olduğunu, fizik yasalarını çiğnemediğini kanıtlamıştır.

Dizideki Galaksi sınıfı Enterprise, NCC 1701-D


Dizinin başkarakteri aslında geminin kendisidir. Ancak başoyuncu pek çok kişinin X-men den Doktor Xavier olarak bildiği Patrick Stewart.’tır. Oynadığı karakter olan Kaptan Jean-Luc Picard Birleşik Dünya eyaletinin Fransa bölgesindendir. Karizmatik bir lider olan kaptanımız bir savaşçıdan çok diplomat ve stratejisttir. Bu dizide gemi yaşantısı ve çok kültürlü yaşam daha öne çıkar. Öyle ki Amerika’da yayınlanmasına ve Amerikalılara yönelik olmasına karşın Metrik sistem kullanılmaktadır.  (Amerika Galon, Mil gibi İngiliz ölçü birimlerini kullanmaktadır.)

Dizi 3. Sezonundan itibaren hareketlenmeye başlar. Seyretmek isteyen ama fazla zamanı olmayanlar için buradan başlanması tavsiye edilebilir.

 Star Trek: Deep Space Nine


Bu dizi serinin üçüncüsü olup 1993-1999 yılları arasında 7 sezon ve 176 bölümden oluşacak bir şeklide yayınlanmıştır. Gene Rodenberry öldükten sonra çıkan ilk seridir ve bu bazı farklılıklar getirmiştir. Bu dizi diğerlerine göre daha faza spritüal öğe içerir. Tanrı kavramı ve varoluşsal sorular ilk kez ele alınır. Federasyonun sarsılmaz etik anlayışının ciddi sınavdan geçtiği bir dönemde geçer.

Federasyon Logosu

Bu dizi ayrıca diğerlerinin aksine bir gemide değil Bajor isimli bir gezegene yakın” Deep Space Nine” yani “Derin Uzay Dokuz” isimli uzay istasyonunda geçer. Bu gezegen Askeri bir diktatörlük Cardassia Birliği ve Federasyon arasındaki sınırda tarafsız bir gezegendir. Başkarakterimiz daha önceki dizi ile bağlantısı olan Komutan Benjamin Sisko’dur. Kendisi hayattaki yerini sorgulayan bir karakterdir.

Bazen göze batan sorunları olsa da genel anlamda bu günün izleyicisi için de seyredilebilir bir yapımdır.

Star Trek: Voyager


İlk bölümü Ocak 1995’te yayınlanmıştır. Toplamda 7 sezon 172 bölümden oluşmaktadır. Bu dizi daha öncekilerde başarılı olmuş öğelerin kullanılmasının yanı sıra eklenen izole durum ile dikkat çeker.

Diğerlerinden farklı olarak artık yeni bir gemi söz konusudur. Bunun yanı sıra talihsiz bir olay sonucu gemi ve mürettebat galaksinin öbür ucuna, yaklaşık 80.000 Işık yılı öteye sürüklenirler. Dönmeleri ise bir asır sürmesi muhtemel olmasından ötürü nerdeyse imkânızdır. Ama Kaptanımız Kathryn Janeway mürettebatını yarı yolda bırakmayacaktır.

Görsel açıdan fazla sorunu olmayan bu bölüm genel kitleye keyif verebilir. Diğer dizilere çok fazla gönderme olmadığından tek başına da seyredilebilir.

Star Trek: Enterprise


Serinin son dizisidir, 2001 yılından 2005’e kadar 4 sezondan ve 98 bölümden oluşur. Federasyonun kurulduğu zamanlara bizi geri götürür. Seride genelde üvey evlat muamelesi görür.

Dizi bizi gerilere, Federasyonun kuruluş zamandan öncesine götürürken Kaptan Jonhathan Archer eşliğinde insanlığın evreni ilk kez keşfetmesine tanıklık ediyoruz. Tabi bizimle ilk kez iletişim kuran ırk olan Vulcanlıların gözetimi altında. Bu görevi yerine getirmesi için de güzel olduğu kadar da zeki olan T’pol karakterini görevlendiriyorlar.

Dizi diğerler bölümleri seyrettikten sonra daha fazlasını istiyorsanız seyredilebilecek bir yapım. Ancak burada filmlere geçmek daha akıllıca olabilir.

Star Trek evreninden bazı gemiler



Genel olarak Star Trek dizileri pek çok yenilik getirmişse de modern bir izleyici için sonraki farklı dizilerde defalarca tekrarlanmış tanıdık bilim kurgu senaryolardan oluşacağı için çok ilginç gelmeye bilir. Ancak bilim kurgu dalında gerçekçilik yönünden bazen yanlışları olsa da en salam temelleri atmış olan dizilerdendir denebilir.  Seyretmenizi tavsiye ederim.


C. Caner Telimenli